2010/12 Blog Arşivi

Yazımın başlığı, Hürriyet Gazetesinin Mediacat dergisine verdiği, karşılıklı iki tam sayfa reklamının sloganıdır aslında. Böylesi bir slogan… Reklamcılık sektörünün günümüzdeki politikasıyla ilgili ne çok şey anlatıyor değil mi? Aile… Duygusal bağların en güçlü olduğu, toplumsal yapıların başında geliyor. Koşulsuz sevginin olduğu, yardımlaşmanın had safhada yaşandığı, kişilerin her yönüyle, kendilerini rahatlıkla birbirlerinin yerlerine koyarak düşünebildiği tek yapı. Markalar son zamanlarda, bu derece kusursuz bağları, tüketicileriyle aralarında kurmaya çabalıyor. Bir ürünün markalaşması, hissettirdiklerine bağlı hale gelmiş durumda. Çünkü günümüzde teknoloji, son sürat gelişmeye ve ilerlemeye devam ederken, insanları gerisinde bırakmıyor. Onları da geliştiriyor, bilinçlendiriyor, isteklerini yönlendiriyor. Kısaca sürekli yaşama bakış açılarını değiştiriyor. Artık bir ürünün kaliteli olması yetmiyor. İhtiyaçları ne derece karşılayabildiği de önemli değil. Önemli olan, kişinin arzuladığı şeyi yerine getiriyor olması. İşte son zamanlarda tüketici, ürün özelliklerinden, faydalarından çok ürünlerle kurduğu bağlara önem verir hale geldi. Tüketicinin bu özelliklere sahip olmasının tek nedeni, teknolojinin gelişmesi değildir elbette. Bunda, Reklam ve pazarlama sektörlerinin hiç te hafife alınmayacak katkıları da bulunuyor. Hürriyet Gazetesi de haklı olarak, en önemlisi de bir marka olarak, benzer bağları, bu reklamla kurmaya çalışmış. Eskiden gazetelerin zaten sahip olduğu bağlardı bunlar. Onların diğer markalar gibi, farklı reklam çalışmalarıyla tüketiciye iletmeleri gereken mesajlara gereksinimleri yoktu. Yazarları, araştırmacıları, köşe yazarlarının, çizerlerinin çalışmaları, okurlarıyla bir aile oluşturmalarına yetiyordu. Eskiden her gazetenin ondan vazgeçmeyen, onun gözüyle yaşama bakan, onun gözüyle beğenen, eleştiren, kendi öznel yaşamını şekillendiren okur kitlesi vardı. Şimdi ise bu durum değişmiş gibi görünüyor. Gazetelerin okur kitlesi, eskiden olduğu gibi onlara çok ta fazla bağlı değil veya bağlı olanlar çok azalmış durumda. Kimi gazeteci, bunun nedenini teknolojik gelişmelere bağlıyor. İnsanların normal gazete almak yerine, daha rahat, kısa sürede haber ve yazılara ulaşabildiği interneti tercih ettikleri için gazete-okur ilişkisinin farklı boyutlara taşındığını söylüyor. Gazete-okur ilişkisinin son zamanlarda aldığı biçimin nedenini, tek başına dijital mecralarla açıklamak tartışılabilirken, basılı reklam mecralarının yaşadığı sıkıntıların da ayrıca tartışıldığı bir zamanda, gazetelerin, reklam konusunda kendileri gibi sıkıntı yaşayan dergi reklam mecrasını kullanarak birbirlerini desteklemesi, insanı umutlandırıyor. Çünkü Hürriyet’in reklamı, gayet çarpıcı ve etkili olmuş. Bir marka, eskiden zaten sahip olduğu aile bağlarını arıyor ve sesleniyor, hatırlatıyor… Biz bir aileyiz.


Devamı için tıklayınız ...

Bir piyasa araştırma kuruluşu olan IDC'nin açıklamalarına göre şirketlerin mobil reklamcılığa yaptığı harcamalar, 2010 yılında %138lik bir artışla 877.2 milyon dolara ulaştı. Harcamaların toplamı 2009'da ise 368 milyon dolardı.

Google ve Apple arasındaki zorlu rekabete rağmen, Google mobil arama dalındaki önerileriyle piyasadaki şirketlerin büyük kısmını ikna etmeyi başardı. IDC'ye göre Google tüm reklam harcamalarının %59'unu elde etti. Onu yüzde 8.4 lük pazar payıyla Apple ve yüzde 6.8 pazar payıyla üçüncü sunucu olan Millennial Media izledi.


Devamı için tıklayınız ...

Mecraların yapısı ve reklam yaptıkları alanlar düşünüldüğünde, hakikaten açık hava reklam mecrası, çok özel bir yerde duruyor. Bir televizyon, radyo, gazete veya internet çok daha geniş kitlelere hitap ediyor. İsteseniz de istemeseniz de, belki de size hitap etmeyen kitlelere reklam yapabiliyorlar. Küçük bir yerleşim biriminde kurulan ve sadece o yerleşim birimine hitap eden bir şirketin, diğer bölgelerde reklam yapması ona çok fazla şey katmayabiliyor. Reklam ajansları, şirketlerin tanıtım kampanyalarını yürütecekleri zaman, ilk önce hedef kitleyi belirler ve ona göre kampanyanın stratejisini oluşturmaya başlarlar. Burada sözünü ettiğimiz şirketin hedef kitlesi zaten bellidir. Buna yönelik olarak yapılacak kampanyanın da bu çerçevede düşünülmesi gerekiyor. Yerel olarak yayın yapan radyoların bile, hitap ettiği kitlenin genişliği gereksiz olabiliyor. Şu durumda, istediğiniz kadar küçük bir kitleye reklam yapabilen tek bir mecra kalıyor, açık hava reklam mecrası. Kimi zaman tek bir billboard, bir köprü afişi, bir araç giydirmesi, şirketin dış cephesi ve çevresine yapılan reklamlar, firmanın tam olarak ihtiyacını giderebiliyorlar. Tabi bu durum, küçük yerleşim birimlerindeki şirketler için geçerlidir. İstediğiniz kadar büyük olun, ülke çapında faaliyet gösterin, ülkenin bütün kesimleri hedef kitleniz arasında bulunsun, sizi yine de destekleyebilen bir mecra olarak karşımıza çıkıyor. İstediğiniz kadar semtte, ilde, bölgede, ülkede her yerde billboardları, megalightleri, afişleri, duvar reklamları sizin mesajlarınızı tüketiciye ulaştırabiliyor. Sadece bunlar da değil, markalar, hangi reklam mecrasını etkin olarak kullanırsa kullansın, sizlerin de her yerde gördüğü gibi, açık hava reklam mecralarını destekleyici olarak kullanıyor. Örneğin, televizyon reklamından çok iyi bildiğiniz bir film karesi, otobüs durağınızın yan duvarında karşınıza çıkabiliyor. Açık hava reklam mecraları, teknolojiyi de takip ediyor. Yani teknoloji geliştikçe, ona uyum sağlayan ürünleri de geliştirerek kullandırabiliyor. Son zamanlarda, özellikle alış veriş merkezlerinde gördüğümüz dijital boardlar, bunun en yakın örneğini oluşturuyor. Ürünler, birden fazla afişi arka arkaya çeviriyor, günün ışıklarına göre kendi ışıklandırmalarını yapıyorlar. Hatta son üretilenlerin bazıları yaş, cinsiyet tespiti yaparak, bu kişilere uygun reklamları hemen gösterebiliyor. Ne kadar dar bir alan olursa olsun veya ne kadar geniş bir alan olursa olsun, o kendine has hızı ve etkisiyle markaların reklamlarını yapabiliyor. Konulduğu anda tüketiciye ulaşıyor ve onlar isteseler de istemeseler de açık hava mecralarından kaçamıyorlar. Çünkü yürüdükleri caddelerde, bekledikleri duraklarda, önlerinden geçtikleri duvarlarda onlarla karşılaşıyorlar. Televizyon gibi zap yapma şansları yok, internet ortamları gibi başka bir ortama geçme şansları yok, onlarla yüzleşerek geçmek durumunda kalıyorlar. Kısaca, açık hava mecraları, her halükarda mesajlarını iletiyor. Hele yaratıcı bir tasarım yapılmışsa, dikkatleri üzerlerinde toplayıp hem tüketici için, hem de markalar için heyecan verici olabiliyorlar.


Devamı için tıklayınız ...

Google bugünlerde yaptığı resmi açıklamada, AppNexus firması ile daha önce yapmış olduğu gerçek zamanlı tekfliflere dayalı reklam alışverişi ve Google'ın reklam envanterindeki bilgilere erişimini engelledi, gerekçe olarak AppNexus'un reklam politikalarını ihlal ettiği öne sürüldü. Google, AppNexus'un ne şekilde bir ihlalde bulunduğunu açıklamazken, sorunun temelinde reklam kalitesindeki ve içeriğindeki düşüşlerin olduğu düşünülüyor.


Devamı için tıklayınız ...

Radikal ve Referans gazeteleri birleşmelerini bundan yaklaşık 2 ay önce ‘Medyada radikal devrim' sloganıyla duyurmaya başlamış ve 17 Ekim 2010 tarihinde, tabloid boyda ve indirimli bir fiyatla okurlarıyla buluşmuştu. Kampanya esnasında da oldukça yoğun ilgi gören bu yeni oluşum, gazetenin yayınlandığı ilk hafta basında da yoğun bir ilgiyle karşılandı. Neredeyse 2 aydır yeni boyutu ile yayınlanan gazete bir yeniliğe daha imza atarak, sosyal paylaşım sitesi Facebook'daki hayran sayfasında da iki yeni uygulamaya başladı.


Devamı için tıklayınız ...

Ekonomik sistemin şu son zamanlarda geldiği noktada, tüketici bilinçli hale geldi. Verilen reklam mesajlarının çoğunu anlayabiliyor. Yargılayabiliyor, eşleştiriyor ve mesajlarda verilen iddiaların arkasının gelmesini bekleyebiliyor. Firmanın kurumsal kimlik çalışmalarında kullandığı renkleri, logosunu, sloganını, firma ismini ayrı ayrı yorumlayabiliyorken aynı zamanda, bütünsel görünümlerinden de kendince anlamlar çıkarabiliyor. Bu yüzden reklam kampanyaları, pazarlama stratejileri oluşturulurken ajanslar, markalaşmak isteyen şirketleri, daha kuruluş aşamasında ele almayı tercih ediyorlar. Çünkü en sağlıklı yol bu. Firmayı, şirketi tanımlayan en küçük işaret, ibare, anlatıma dikkat ediyorlar. Tüketicinin bunlar hakkındaki en ufak algısını hesaplıyor, bütün seçenekleri değerlendirerek, olması gereken en iyi sonucu veren çalışmayı kullanmasını sağlıyorlar. Özellikle ülkemizde, firma sahipleri, bu ayrıntılara çok dikkat etmiyorlardı. Kendi dünya görüşlerini yansıtan, bakış açılarını açık eden şirket isimleri, logolar veya renkleri kullanıyorlar. İlk etapta, bu onlara mantıklı gibi gelebiliyor. Kendilerini içinde hissettikleri kitlenin ürünlerini satın alması yeterli gelebiliyor. Bunun onlara prestij sağladığını düşünüyorlar. Hatta ürettikleri her ürün için, her kesimin kabul edeceği isimler ve logolar çalışsalar bile, ürünün üst kimliği, onun pazardaki durumunu belirleyebiliyor. Aynı İhlas Holding’in şu an yaşadığı sıkıntı gibi. Şirket sahiplerinin mensup olduğu düşünce ve dünya görüşü ne olursa olsun, üretim kimliksiz olmalı yani kimliksiz derken, dini, siyasi, etnik herhangi bir kimliğe sahip olmamalı ama kendine has, tüketicileriyle arasındaki ilişkiyi kurmasını sağlayan bir kimliği olmalıdır. Kristal kola, İhlas Holding ismi altında üretilmeye başlamıştı. 2001 yılında da %15 Pazar payına sahip olmuştu. Ekonomik krizle birlikte bu pay geriledi. Bunun üzerine holding yönetimi, kristal colayı Sunny Elektronik’e sattı. Fakat bunu devralan şirket, ürünün daha önce sahip olduğu Pazar payını yakalayamadı. Yaklaşık 5 yıl boyunca durağan bir Pazar dönemi geçirdi. İhlas Holding, bu yılın başında, kristal kolayı geri alarak, yeniden Pazar payını büyütmeye başladı. Geçtiğimiz günlerde, Kristal Gıda Pazarlama ve Satış Müdürü Bayram Altıntoprak yeni oluşturulacak olan stratejilerde, dini kola düşüncesini, tüketicilerin algısından silmek için çalışacaklarını ifade etti. İşin en başında yapılan hata, şimdi toparlanmaya çalışılıyor. Yeni oluşturacakları stratejilerde farklı kesimleri de hedefe koyarken, ürünlerinin arasına, farklı markaları da eklediklerini söyledi. Bunlar; Redline, Bwi Cola, Chat Cola, Rival madeni meyve sularıdır. Herkesin tahmin edebildiği gibi, insanların ilk edindikleri izlenim çok önemlidir. Daha sonra, üstüne eklenen bilgiler, ilk izlenimi çok zor kırabiliyor. Algıların değiştirilmesi, yeni bakış açılarının sunulması ciddi ve uzun soluklu stratejilere ihtiyaç duyarken, bunların oldukça yaratıcı çalışmaları kapsaması gerekiyor. Halbuki kuruluş aşamasında, büyüme durumunda hedeflenebilecek kitleler hesaplansaydı veya en geniş kitleler hedeflenseydi, kuruluş kendini ona göre konumlandırabilirdi. Şimdi böyle bir sorun gündemlerinde olmayacaktı. Markalar, her kesim tarafından tercih edilecekti. Her kesimden insanla marka arasındaki bağın oluşturulması kolaylaşacaktı. Gerçi günümüzde, herhangi bir tarafta olmadığı bilinen markaların bile, tüketiciyle aralarındaki bağların kurulabilmesi çok zor. Çok iyi tasarlanmış, yaratıcı çalışmalar gerektiriyor. Bunların üzerine, var olan algıları değiştirme stratejileri eklenince iş daha da zorlaşıyor. Ama yine de, reklam sektörü için mümkün olmayan bir şeyin söz konusu olmadığını düşünürsek bu da başarılabilir.


Devamı için tıklayınız ...

1982 yılında Al Ries ve Jack Trout’un aynı isimli kitabıyla pazarlama diline girdi konumlandırma sözcüğü. O güne kadar kullanılmıyor muydu? Kullanılıyordu evet, ancak daha çok ürünlerin raflarda göz hizasına yerleştirilmesiyle ilgili bir terim olarak. Oysa Ries ve Trout bu terimi yeniden tanımladı: “Konumlandırma bir ürüne yaptığınız şey değil, olası müşterilerin aklına yaptığınız bir şeydir.” Bu cümleyi biraz daha açarak konumlandırmaya daha detaylı şekilde bakabiliriz. Pazarlama iletişiminin beş unsurundan biri olan konumlandırma (ürün, fiyat, yer, promosyon, konumlandırma) bir anlamda ürünlerin ayırd edici özelliklerine vurgu yapan söylemleridir. Zaman zaman sloganlar da konumlandırmaya vurgu yapabilir ancak, her slogan ürünün konumlandırmasına uygun düşmeyebilir. Üstelik konumlandırma keyfi olarak yapılamaz. Ürünün tasarlanma aşamasından itibaren nasıl konumlandırılacağına karar verilmeli ve sonraki süreçler de buna göre işlemelidir. Keyfi olarak yapılan bir konumlandırma, ürünün fiziksel ve duygusal yanlarına vurgu yapamayacağı gibi, eğer üreticinin pazarda oturmuş bir konumu yoksa markaya ciddi zararlar verir. Örneğin, Ferrari hızlıdır, Mercedes prestijlidir, Volvo sağlam, ve Ford diğer üçüne göre ekonomiktir. Bu daraltılmış örneğe baktığımızda pazara yeni girecek olan bir otomobil markası daha tasarım sürecinde kendisini rakiplerine göre nasıl konumlandıracağına karar vermelidir. Kendisini doğru konumlandıran bir marka için, farklı ürünlerini konumlandırmak daha kolaydır. Üstelik kendisini doğru konumlandıran marka ve ürünlerin taklit edilmeleri de kolay olmaz çünkü doğru konumlandırma hedef kitle ile marka – ürün arasında duygusal bir bağ da yaratır. Doğru konumlandırma için, öncelikle ürünün fiziksel ve duygusal özellikleri ile rakiplerinin konumları, ardından hedef kitlesi yapılacak olan araştırmalarla belirlenmelidir. Bu öncü çalışmaların ardından geliştirilen ürünün, fiyatı, ismi, sloganı, ambalaj ve logo gibi görselleri ve nihayetinde satış noktaları belirlenmelidir. Bu konumlandırmaya göre ürün mağazalarda yer almalı ve eş zamanlı olarak iletişimsel pazarlama faaliyetleri sürdürülmeli ve son olarak da gerekiyorsa bütün çalışanlar da ürün ile birlikte markayı temsil etmelidir. Bu yazdıklarımız doğrultusunda son dönemde başarılı konumlandırma örneklerinden birisi olarak bundan önce kalite ve sağlamlık üzerine kendini konumlandıran Toyota firmasının “Çıkarım senle her yola” sloganı ile, daha sevgi ve güven gibi duygusal değerlerle gönderme yapmasını gösterebiliriz. Toyota firması bu slogan ile çekilen reklam filmleriyle çeşitli eleştiriler almış olsa da, bir çok kişinin hafızasında yer etmiş durumda. En küçüğünden en büyüğüne kadar her markanın, ürünün, kurum, kuruluş hatta kişilerin dahi bir konumlandırma biçimleri mutlaka vardır. Basit bir konumlandırma örneği: Bir gazeteyim, bir ekmek fiyatına, ülkenin her gazete bayiinde, her gün dört sayfa bulmaca ilavesiyle satılırım ama en önemlisi günlük siyasi olaylar yanında, eğitim, kültür, sanat ve spor gündemi hakkında da okuyucularına hizmet sunan, objektiflikten yana, muhalif seslere de yer veren günlük bir gazeteyim. Beni rakiplerimden ayıran iki önemli özelliğim var, birisi en yüksek tiraja sahibim, ikincisi yurt dışında da basılan ülkemin tek gazetesiyim...


Devamı için tıklayınız ...

Caddelerde yürürken, çoğu zaman etrafımızdaki billboardları fark etmeyiz. Çevrenin renkleri arasına karışır, uyumlu bir bütünlük sağlarlar. Sarısı, yeşili, kırmızısı… çoğu billboard için bu durum geçerlidir. Sanki şehir merkezlerinin görsel güzelliği için dizayn edilmiş gibidirler. Onlar olmadığında, merkezlerde bir çıplaklık, bir eksiklik hissederiz. Onlar mutlaka olmalıdır, çünkü ortamı daha zengin gösteriyordur. İşimiz veya o merkezlere gitme sebebimiz gereği, gözlerimiz saliselik bir zamanda, bir uçtan diğer uça geçerken, arada renk cümbüşü şeklinde kaybolur giderler. Her ne kadar uyum noktasında, çok güzel çalışılmış olsalar bile, billboardların o stratejik noktalarda durma nedenleri, çevrenin daha zengin görünmesi, etrafıyla uyum sağlaması değildir. Tam tersine, bu tip uyum gösterme durumları, onların amaçlarına ters düşüyor. Şehrin merkezi noktalarına geldiğimizde, gözlerimizin onları, çevrenin renk cümbüşünün bir parçası olarak algılaması, billboard tasarımının başarısızlığıdır. Billboard tasarımı, kendini çevre uyumundan sıyırmalı ve kendini göstermelidir. Gözlerimiz billboardların üzerinden kayıp başka bir alana yönelirken bile, tam olarak bakıp anlayamadığımız bir şeyin olduğunu bilincimiz fark etmelidir. Şehir merkezlerindeki billboardların bulunduğu noktalar, insanların yoğun olarak geçtiği, trafiğin yoğun olduğu yerlerdir. Özellikle bazı yerler, birbirlerinden uzakta olan semtlerden gelen insanların temas noktalarıdır. Bu noktalara konulan billboard tasarımlarına daha da fazla sorumluluk düşmektedir. Onlar için tasarlanan billboard reklam, çok daha dikkat çekici olmalı ve çevrenin renkleri arasından sıyrılmalıdır. İnsanların zihinleri, başka şeylerle veya günlük yaşamlarıyla ilgili işlerle, sorunlarıyla dopdolu olduğunda bile, kısa bir göz temasında, orada bir şeylerin olduğu hissini vermelidir. Tasarım, insanın tekrar bakma gereği duymasını, anlamak istemesini sağlamalıdır. Çünkü ister şehir merkezlerinde, ister ücra noktalarda veya şehir il sınırına yerleştirilenlerin, orada bulunma nedeni, tamamen estetik görünüm sağlamaları değildir. Elbette estetiğe önem verilmeli, çirkin bir görüntü, reklamın uygulanma esaslarına uymayacağı gibi reklam verenin de işine yaramayacaktır. Billboard tasarımlarının çevre unsurlarının içine gömülmesi ancak okumak veya görmek isteyince, dikkat edilince görünüyor olması, bence bir dezavantaj oluyor. Tasarım, bütün çevre unsurları arasından sıyrılarak kendini fark ettirmeli, merak uyandırmalıdır. İnsan gözü, saliselik bir zamanda temas ettiğinde, ilginç, çarpıcı bir şeylerin olduğunu fark etmeli ve dönüp bakma gereği duymalıdır. Ancak bu tip bir tasarım billboard reklam mantığıyla uyum sağlayabilir. Bu hem reklam veren firmanın amacına ulaşmasını sağlar, hem de tüketiciye iletmesi gereken mesajları etkili bir şekilde iletir. Bu tip bir tasarım, aynı zamanda tasarımcının yaratıcılığını da öne çıkararak reklamını yapar. Bu, tasarımcılar arasında geliştirilmesi gereken yaratıcılık unsuruyla ilgili rekabeti de doğurur. Birbirinden yaratıcı billboard tasarımlarının ortaya çıkmasını sağlar.


Devamı için tıklayınız ...

Reklamlar kısa süre öncesine kadar seyretmekten keyif aldığım dizi ve filmlerle arama giren bir kara kediydi. Hemen kumandaya uzanırdım. Sonrasını tahmin edersiniz tabii. Reklam olmayan başka bir kanal.. Gerçi şimdi zapping yapma yani reklamlarda kanal değiştirme lüksüde kalmadı. Çünkü neredeyse senkronize biçimde tüm kanallar aynı anda reklama giriyor.Sonra da reklamlardaki ürünler birer birer hayatımıza… Acaba reklamları sevmek mümkün mü? Eskiden olsa hiç düşünmeden ‘’Hayır’’ derdim. Ama günümüzde öyle reklamlar yapılıyor ki sanki kısa metrajlı birer film. Tıpkı TT NET’ in Mümkünlüsü gibi. Mümkünlü, manavıyla, kasabıyla, berberiyle, hatta sokak köpeği ile canlı kanlı bir kasaba. Ama kasaba olduğuna bakmayın siz. Öyle unutulmuş, kıyıda köşede kalmış, köhne bir kasaba değil. TT NET’ le internet sihirli bir dokunuşla değiştirmiş yaşamlarını. Domatesler internetten pazarlanıyor, yeni saç stillerinden borsaya, fatura ödemeden film izlemeye hatta çocukların ödevlerine kadar her şey internetten takip ediliyor. Reklamda siyah beyaz film karelerinden fırlamış bir yaşam özgünlüğü sunulurken aynı zamanda 21’inci yy bilişim teknolojisinin inceden inceye hayatın her alanına sızışı gösterilmeye çalışılıyor. İnsanoğlunun yaratıldığından beri en büyük hayali imkansız görüneni mümkün kılmak değil miydi? Sanırım bu yüzden ‘’Mümkünlü kasabası’’ yaratılmış. Gerçek dünya ile sanal dünyanın özlenen uyumu.. İstenilen mesajı iletmek için de özlenen bir yüz yani ‘’Şener ŞEN’’ kullanılınca reklam başarılı olabilir izlenimi veriyor. 1980’li yıllarda büyük çıkış yapan Yeşilçam’ın ünlü Züğürt Ağa’sı, Muhsin Bey’i, Arebesk’i hele de 2,5 milyon seyirciyi sinemaya çekmeyi başararak rekor kıran Eşkıya’sı Şener ŞEN reklamın itici gücü olarak düşünülmüş. Yani reklam uzun süredir televizyonda göremediğimiz bir yüzü yeniden klasik bir Türk filmi tadında görebilmeyi de mümkün kılmış. Üstelik reklam öyle tasarlanmış ki hem uzun bir bütünlük içinde gösterilebiliyor hem de istendiğinde bağımsız küçük bölümlere ayrılabiliyor. Bu da çağımızın fonksiyonel tasarımlarına güzel bir örnek teşkil ediyor. Ayrıca da uzun soluklu bir reklam zincirinin ilk halkası gibi görünüyor. Tabii reklam tutarsa! Bakalım her şeyin mümkün olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Mümkünlü’de TT NET’le gerçekten her şey mümkün olabilecek mi? Ne dersiniz?


Devamı için tıklayınız ...

Uzun Çalışmalar sonucunda firmanızı tanıtan web sayfanız sonunda hazır. Bundan sonra size fayda sağlayacak, marka değerinizi yükseltecek, satışlarınızı arttıracak faaliyetlere ve çalışmalara başlama zamanınız geldi. Eğer hedef kitlenize sitenizi tanıtamazsanız web siteniz büyük bir ormanda kimsenin ne bildiği ne de duyduğu bir ağaca benzer. Ancak şanslısınız ki, internet reklamcılığı şimdiye kadarki pazarlama teknikleri ve diğer mecralardaki reklam ücretlerininden çok daha az bir maliyetle, sizlerin milyonlarca kişiye ulaşmanıza yardımcı oluyor. Başlangıçta yapmanız gereken küçük bir bütçe belirlemek.


Devamı için tıklayınız ...