t Arama Sonucu Bloglar

Geçtiğimiz yıllarda, Karadeniz fındık üreticileri, ortak bir reklam kampanyası hazırlayarak, satışların arttırılmasını hedeflemişti. Fındık Tanıtım Grubu tarafından hazırlatılan reklam kampanyasının en vurucu teması, cinsel gücü arttırdığını düşündüren “aganigi naganigi” sloganı olmuştu. Fındık kampanyası için seçilen reklam yüzü, MFÖ müzik grubunun üyelerinden Özkan Uğur olmuş, ünlünün oyunculuğu, temaya eklenince, reklam, ülkemizde herkesin dikkatini çekmişti. Tasarlanan reklam filmi, bir dönem televizyon mecrasında yayınlanmış, birçok yerde de haber olmuştu. Aynı şekilde, piyasalarda mercimek satışlarının arttırılması için de kampanya yapılmıştı. Mercimek’in tanıtım filminde, o dönemde beslenme konusunda uzman olduğu düşünülen bir isim kullanılarak, tüketicilerin güven duyması sağlanmış ve bu kampanya da satışları oldukça arttırmıştı. Fındık reklam kampanyasının teması, mercimek kampanyasında kullanılan otorite, bir dönem üreticilerin yüzünü güldürmüştü. Aynı kampanyalar yurt dışında da sürdürülmüştü. Fakat dış piyasalar, iç piyasa kadar etkilenmemişti. Çünkü yurtdışında sürdürülen kampanyalarda, fındık’ın farklı bir özelliğinin yani onu özel kılan, farklı kılan bir özelliğine vurgu yapılması gerekiyordu. Bu yapılmayınca, satışlar çok ta fazla artış göstermemişti. Ülke içinde ise, uzun bir dönem satışlar arttı, fakat daha sonra yine eski haline geri döndü. Mercimek kampanyasında da durum aynıydı. Mercimek satışları o kadar arttı ki, insanlar mercimekten döner bile yapmaya kalkışmıştı. Kampanyanın sonra ermesinin ardından, mercimek tüketicilerin gündeminden düşerek eski satış miktarlarına geri döndü. Şimdi de Balıkesir zeytin ve zeytinyağı tanıtım grubu harekete geçti. Zeytinyağının iç piyasada tüketimini arttırmak için kampanya hazırlıklarına başladılar bile. Edremit Ticaret Odasında düzenlenen toplantıda konuşan, BZZTG Başkanı Mehmet Semerci, Balıkesir’in zeytin üreten bölgeleri; Burhaniye, Edremit, Havran, Ayvalık, Gömeç, Erdek, Bandırma üreticileri, birlikler, dernekler, kooperatifler, ticaret odaları, araştırma ve eğitim kurumlarıyla ortak bir çalışma yapacaklarını ifade etti. Zeytinyağının kalitesini ve tüketimini arttırmayı düşündüklerini söyledi. Bu kampanya da Fındık ve Mercimek’te olduğu gibi sadece yurtiçinde değil yurtdışında da yürütülecek. Aslında her zaman için önemli olan, kültürel gerçeklere dayalı fikirlerin reklamlarda ve pazarlamada başarılı olduğu düşüncesi, son zamanlarda, reklamcılık sektörü tarafından daha da önemsenir hale geldi. Zaten bu yüzden, fındık reklam kampanyasının teması “aganigi naganigi” oldu. Ülkemizde hangi yaşta olursa olsun, erkeğin cinsel gücünün yerine olması, her iki cins için de önem taşır. Bu gücün yeterli olmayabileceği korkusu, özellikle ileri yaşların fobisi durumundadır. Bu nedenle, bu gücü arttırdığı söylenen ürünler, onların ilgi odağı haline geliyor. Elbette, başka ülkelerde yaşayan insanlar için de cinsel güç önemlidir, fakat bizim ülkemizde, insanlarımızın bu tip durumlara olan ilgisi, çok daha fazladır. Fındık reklam kampanyasının stratejisini yapan ajans, bu durumun farkındalığıyla, iç piyasalar için tasarlanan reklamda bu kültürel unsuru kullanmış ve başarılı olmuştu. Fakat dış piyasalarda da aynı reklamı göstermesi işe yaramamıştı. Dış piyasalar için kullanılması gereken tema, Türkiye’deki fındığı diğerlerinden farklı ve daha iyi yapan bir özelliği olmalıydı. Balıkesir zeytin ve zeytinyağı tanıtım grubu, ilk toplantıyı düzenleyerek hareketi başlatmış oldu. Reklam ajanslarının fındık ve mercimek gibi, geçmiş, sağlam deneyimleri de var. Açıkçası, Balıkesir zeytinyağları için yapılacak kampanya, bu geçmiş deneyimlerden faydalanabilecek mi çok merak ediyorum.


Devamı için tıklayınız ...

Geçen hafta İngiltere doğrudan Pazarlama derneği başkanı Scott Logie doğrudan pazarlamanın yeni dijital dünya ile oldukça iç içe girdiğini açıkladı. Aynı zamanda Occam Firması'nın strateji direktörü olan Scott Logie şunları söyledi: “Yeni teknoloji müşteriyle iletişimi çok daha farklı bir boyuta taşıdı. Bunun sonucu olarak da doğrudan pazarlama daha önce iş alanında ulaşamadığı kadar geniş bir kitleye ulaştı.”


Devamı için tıklayınız ...

Kanaat önderini kısaca görece belli bir sıklıkla, diğer bireylerin tutum ve / veya davranışlarını etkileyebilen kişi olarak tanımlamak mümkündür. Günlük yaşamda çevresinde kabul gören, herhangi bir konuda uzman olduğu kabul edilen kişiler de kanaat önderi olarak değerlendirilebilir. Araştırmalar ortaya koymuştur ki, kanaat önderleri, etki altında bıraktıkları kişilere göre birçok bakımdan farklı özellikler taşır. Bu özelliklerden bazıları kanaat önderlerinin etkiledikleri kişi ya da kitlelere oranla daha biçimsel bir eğitim almış olmaları, toplum içinde daha yüksek bir sosyal statüye sahip olmaları, kitle iletişim araçlarını daha fazla kullandıkları ve görece daha fazla maddi güç sahibi olmalarıdır. Araştırmaların ortaya koyduğu bu özellikler, kanaat önderlerinin hemen hepsinde ortak özellikler olsa da, bir kişinin sadece bu özelliklere sahip olması onu kanaat önderi yapmaya yetmez. Kanaat önderi kavramı genelde ideolojik anlamlarda kullanılıyor ancak, biz buradaki örneğimizde bu ideolojik anlama yer vermeyeceğiz.


Devamı için tıklayınız ...

İletişim ve promosyon pazarlama alanındaki en önemli becerilerden ikisidir. Daha geniş kapsamlı bir terim olan iletişim planlı ya da plansız olarak gerçekleşebilir. Genel anlamda alıcı olarak tanımlayabileceğimiz taraf üzerinde, pazarlanan ürün ya da hizmetin üretiminden alıcıya sunulduğu ana kadar olan süreçteki her unsur çeşitli izlenimler yaratır. Bütün bu izlenimler bütünsel pazarlama iletişimi olarak tanımlanır. Bütünsel pazarlama iletişiminde asıl amaç tutarlılık olmalıdır. Tutarlılığı biraz açmak gerekirse eğer, her marka anlamlar taşır ve bu anlamların alıcılara ulaşma sürecinde markayı üretenlerden, onu satanlara kadar, üretilen tesisler ve yapılan pazarlama faaliyetlerine kadar bütün süreçlerin birbirleriyle uyumlu olması gerekir. Basitçe tutarlılık şudur: Hiç kimse üstü başı kir içinde bir doktora kolay kolay muayene olmaya yanaşmaz. Promosyonlar ise daha çok markalara ve ürünlere olan ilgi ve satın almayı teşvik etmek üzere tasarlanmışlardır. Promosyonun başarısı dikkat çekmesine bağlıdır ve doğal olarak dikkat çekmeyen bir promosyonun etkili olması mümkün değildir. Günümüzde kişiler iletişim araçlarının çeşitliliği nedeniyle aşırı bir bilgi akışı ile karşı karşıyalar. Yoğun uyaranlar karşısında aşırı bilgi yüklemesinin önlenmesi için hemen her kişi çeşitli yöntemler geliştirmiş durumda. Her gün pek çok elektronik posta hiç okunmadan siliniyor, pek çok tanıtım broşürü çöpe atılıyor ya da en basiti reklam kuşağı başladığında izleyiciler bu birkaç dakikalık arayı herhangi bir ihtiyaçlarını gidermek için kullanıyorlar. Böylesi bir ortamda onların dikkatini çekmek giderek zorlaşıyor. Bu zorluğu aşmak doğrultusunda da çeşitli araçlar kullanılıyor. Günümüzde hemen her markanın hatta zaman zaman ülkelerin ve şehirlerin dahi ünlü bir yüzü var. Örneğin geçtiğimiz günlerde yayınlanan haberlerde Türkiye’nin tanıtılacağı bir reklam filmi için hazırlıklara başlayan Kültür Bakanlığı’nın, bu filmde ünlü oyuncu Kenan İmirzalıoğlu ile çalışmak istediği bilgisi yer aldı. Dikkat çekmek için sadece ünlü kişiler değil, zaman zaman patlayan skandallar, hedef kitleye yakın olan aracı kişi ya da kurumlar, farklı öyküler de kullanılabiliyor. Markalara ilgiyi arttırmakta en çok kullanılan yöntem olan promosyonun en fazla karşımıza çıkan şekli armağanlar ya da yapılan çeşitli indirimler. Ancak yine başta söylediğimiz gibi promosyonların kafa karıştırıcı olmamaları gerekir. Örneğin numara taşıma devri ile birlikte GSM şirketleri arasındaki rekabet daha da arttı. Her şirket kendisini tercih edecek olan kullanıcılara başta konuşma süreleri olmak üzere pek çok avantaj vaat ediyor. Kimisi verdiği kesintisiz hizmet ile övünürken, bir diğeri daha ucuza daha fazla konuşturduğunu vurguluyor. Ancak hemen her kampanyanın çok çeşitli detayları var ve bu detayları öğrenmeden bir tercih yapıldığında genellikle sıkıntılı durumlar ortaya çıkıyor. Yine bir dönem bir çok ulusal gazete arasında promosyon savaşları yaşandı. Bu dönemde tam anlamıyla gazete yerine promosyon ürünleri pazarlandı. Okuyucuların dikkati evet gazetelere çekildi, ama promosyon bitince bu ilgi de bitti. Oysa ki promosyonun amacı markaların sadece kısa vadede satışlarını arttırmak değil, tüketicilerin markayı tanımasına, hatırlamasına da yardımcı olmaktır.


Devamı için tıklayınız ...

Philip Kotler’in A’dan Z’ye Pazarlama kitabının son madde başlığı Zevk’tir. Kotler, bu sözcüğü pazarlama sözlüğüne dahil etmesinin iki nedenini şöyle açıklar: Kitabın adının hakkını verebilmesi için Z harfinde bir madde başlığının mutlaka bulunması gerekliliği ve zevk olmadan bir pazarlamacının etkin olamayacağı fikri. Kotler kesinlikle haklı. Z harfi gerçekten de çok gerekli bir madde başlığı. Zevk almadan yapılan bir iş, yapan kişi için çok zaman angarya olacak ve kişiyi yaptığı işe yabancılaştırarak amacın sadece para kazanmak olduğu bir araç olarak kalacaktır. İnsanlar zevk almadıkları bir işi tutku ile yapmazlar ve yapılan bir işin “eser” olarak tanımlanabilmesi için içinde tutku barındırması gerekir. İşini tutkuyla yapan insanlar zevk aldıkları ölçüde zevk de verebilirler. Bir mal ve hizmetin tüketiciye ulaştığı ana ve kullanımına kadar, bu üretim ve pazarlama sürecinde yer alan herkes yaptığı işten zevk almalıdır. Benim aklıma ilk gelen yaptığı işten zevk almayan kişi prototipi ülkemizde Evli ve Çocuklu (Married With Children) ismiyle yayınlanmış Amerikan yapımı bir komedi dizisinin başkarakterlerinden birisi: Al Bundy. Al Bundy bir ayakkabı satıcısı, işini hiç sevmeyen bir ayakkabı satıcısı. Bundy ayakkabı satmaktan mutsuz bir adam. Bundy’nin hayatının da pek mutlu olduğunu söylemek çok mümkün değil. Yaptığı işi sevmese de, hem başka yetkinliği olmamasından dolayı işini değiştirme şansı yok, hem de para kazanmak için bu işe devam etmek zorunda.Nihayetinde bir nokta daha var ki, Bundy yaptığı birçok şeyden zevk almayan başarısız bir adam, ailesinin, arkadaşlarının gözünde de başarısız üstelik. Pazarlama alanındaki zevk unsurunu elbette bu kadar basite indirgemek doğru değil ancak hayatın bir alanındaki zevksizlik unsurunun diğer alanlara er ya da geç mutlaka yansıdığını söylersek yapılan işten zevk alınmasının önemini daha iyi anlatabiliriz. Tüketiciler, ürünlerin üretim sürecindeki zevk unsuru ile doğrudan karşı karşıya kalmazlar ancak pazarlama sürecinde işler değişir. Satın alma davranışını hedefleyen pazarlama stratejilerinin tüketiciye mutlaka bir şeyler vaat etmeli ve bu vaadi ona sunmaktan mutlu olacağını da tüketiciye hissettirmesi gerekir. Beş yıldızlı bir oteli ele alalım örneğin: Bu otel müşterilerini her zaman kapıda karşılar, daha doğrusu o otelde konaklayan kişiler otelin müşterileri değil, konuklarıdır. Konaklamanın her anında, herkes güler yüzlü, sıcak ve yardımseverdir. “Size hizmet etmek bir onurdur, bir zevktir efendim.” gibi söylemlerle müşteriler her zaman onore edilir. (Bir noktayı belirtmekte fayda var ki, bu idealize edilmiş bir örnektir.) Pazarlama faaliyetlerinde asıl olan zevk anlayışı budur. İş ne kadar tutku ile yapılırsa o kadar zevk alınır ve ortaya başarılı sonuçlar çıkar. Hayat zevki olmayan kişiler yaptıkları işe hiçbir zaman tutkuyla yaklaşmayacak ve ne işe, ne markaya, ne de ürünlere hak ettiği değeri vermeyecektir. Sadece “cazip fiyat avantajı” ya da “indirim” söylemi üzerine kurulmuş olan pazarlama stratejileri bu zevksizliğin en açık örnekleri olarak gösterilebilir.


Devamı için tıklayınız ...

Bugün global markaların CEO'larını, gazete haberlerinden, reklam kampanyalarını sürdürürlerken, bu çerçevede düzenlenen bir etkinlikteki konuşmalarından takip ediyoruz. Hemen hepsi, konuşmalarının bir bölümünde, pazarlama ve reklamda, iletişimin önemine vurgu yapmadan geçemiyorlar. İster diyalog, ister görsel, ister işitsel olsun, iletişimin, pazarlamadaki başarının temeli olduğunu söylüyorlar. Son zamanlarda, özellikle Toyota markasının adını sıkça duyuyoruz. Marka agresif kampanyalarla, tüketicilerin gündeminde yer alarak, adını unutturmuyor, sektörün lideri olduğuna yönelik vurgular yaparak iletişimini sürdürüyor. Toyota'nın yönetimini, geçtiğimiz sene devralan CEO Ali Haydar Bozkurt'ta, iletişim ve saygının önemine vurgu yapanlardan biri. Özellikle, sektörde lider olmanın koşullarına değinen Ali Haydar Bozkurt, iyi iletişim kurabilmenin yolunun, öncelikle, kişinin kendine ve yaptığı işe saygı duymasından geçtiğini ifade ediyor. Kişi kendine ve yaptığı işe saygı duyduğunda, işinin ayrıntılarına önem vereceğinden, bunu takiben karşısındakilere de saygı duyacağından söz ediyor. Tabi, liderlerin özelliklerinden bir olan bilgi sahibi olma ve bunu paylaşabilme özelliklerine de vurgu yapıyor. Markanın yeni CEO'su dinamik başladı görevine. 2008'deki kriz döneminde, bütün sektörler kötü etkilenmişti. 2009 yılında, kendilerine satış hedefi koymadan işe başlamış, hükümetin ÖTV desteği ile ellerindeki stokları tüketmişlerdi. Hükümet'ten 2010 yılı için "destek beklemeden stratejinizi oluşturun" açıklaması gelince, düşük satış hedefi koymuşlar. Markanın CEO'su o zamanlar krizin sürüyor olduğunu ve umut vaat eden hiçbir görüntünün olmadığını söylüyor. Faizlerin düşük seyretmesiyle birlikte, piyasalar iyi gitmeye başlamış, onlar da buna ek olarak, bazı önemler alıp, sistemlerini ayakta tutmayı başarmışlar. 2009 yılında, ertelenen filo satışlarının tekrar hayata geçmesiyle birlikte, marka hızla toparlanmış. Yönetimi ilk devraldıklarında, kendilerine 26.500 satış hedefi koymalarına rağmen "biz daha fazlasını satabiliriz" iddiasıyla yola çıktıklarını, 2 Aralık 2010 tarihi itibariyle, 32 bin adet satış yaptıklarını ifade eden Ali Haydar Bozkurt, bir marka, sisteminde yapılması mümkün olabilenleri tespit ederek, daha fazlasını yapabilir, hızlı geri bildirim alır, dinlerse lider olabileceğini söylüyor. CEO, saygının pazarlama stratejilerinde iletişimi güçlendirdiğini anlatmaya çalışıyor. Bunun adım adım doğru iletişime götürdüğüne vurgu yapıyor. Kişinin Kendine ve yaptığı işe saygı duyması sonucu, işiyle ilgili bilgi birikimini arttıracağını, araştırmalar yaparken ayrıntıları fark edebileceğini, bunlarla birlikte, karşısındakilere duyduğu saygının artacağını anlatıyor. Kendine,işine, karşıdakine duyulan saygı, etkin bir dinlemeyi de beraberinde getirecek çünkü. Etkin dinleme ise, var olan koşulları yani olanakları, sorunları ortaya çıkaracak, pazarlamanın hedefleri daha gerçekçi seçeneklerle yeniden oluşturulabilecekti. Bir tüketicinin veya hedef tüketici kitlesinin etkin dinlenmesi, onlara ulaşma yollarını, davranışlarını etkileyen olumlu ve olumsuz unsurları, bunların nedenlerini ve olası çözümlerini de açık edecekti. Markaların üretim ve pazarlama sistemlerinde yapılması mümkün koşullar, bütün bunlarla birlikte düşünüldüğünde, satışları arttırmanın, tüketiciyle doğru iletişim kurmanın yolları da görünür olmaya başlayacaktı. Toyota Markasının CEO'su bunlardan bahsediyor. Onun sözünü ettiği, liderlerin bilgi sahibi olması ve bu bilgiyi paylaşması, hedef tüketicilerin, markanın iletişim stratejisine, üretimine, teknolojisine güven duymalarını sağlıyor. Güven ise otomatik olarak bu ölçülerde verilecek önemi de beraberinde getiriyor. işte bu noktada, istenilen satış hedeflerinin gerçekleştirilebileceğinden, marka ürünlerinin yeniden, en tepeye konumlandırılabileceğinden söz ediyor.


Devamı için tıklayınız ...

Tasarımcı ve uygulamacıların en sıkıcı çalışmalarından biri, tasarımı folyo malzemesine bastıktan sonra, istenilen yere uygulanabilsin diye, basılan tasarımı dekupe yani kesme işlemidir. Bu işlemde, basılan fotoğraf, resim, imajın etrafı temizlenir. Genellikle, canlıymış izlenimi yaratmak için tasarım tek başına bırakılarak, istenilen yere, yani cama, durağa, duvara v.b. yerlere uygulanır. Biz de bu tip çalışmaları gördüğümüzde şaşırmayız. Anlarız çünkü yapılan işi, bize tandık, bildik gelir. Kesilen folyo kenarları kalın ve sert olur, etrafı kirlenir, tasarım net değildir v.b. özelliklerinden anlaşılır. Şimdilerde, açık havada uygulanan tasarımlara bakıyorum, etrafı temizlenmemiş ama kullanılan folyo görünmeyecek kadar şeffaf hale gelmiş, her yerde kullanılıyor. Geçenlerde, evden, işe gitmek için yola çıktım, her zaman yürüdüğüm güzergâhı, eczane bulmak için değiştirdim. Yürürken, ilerideki durağa yaklaşmaya başladığımda, durağın ortasındaki camın tepesine tırmanmaya çalışan bir kedi gördüm. Kedi on belki onbeş metreden net olarak görülebiliyordu. Heyecanlı ve korkmuş görünüyordu. Canhıraş tırmanmaya çalışır gibiydi. Hemen altına baktığımda, dili dışarı çıkmış bir köpek, arka ayaklarını altına almış, ön ayaklarını önüne koymuş, gözlerini yukarıdaki kediye dikmiş bekliyordu. Durağa geldiğimde, camın sağ orta köşesinde kedi ve köpek mamaları satan markanın ismini ve logosunu gördüm.


Devamı için tıklayınız ...

YouTube TrueView InStream ve TrueView InSlate adında iki farkı video reklam formatı oluşturdu. InStrem formatı, kullanıcılara reklam videolarının ilk 5 saniyesini izlemeyi zorunlu kılıyor ve 5 saniye sonra kullanıcı isteğine göre reklamı kapatabilip, izlemek istediği videoya dönebiliyor. InSlate formatı ise kullanıcıya 2 veya 3 seçenek sunarak, site içeriğini kullanmadan önce hangi reklamı izleyeceklerine karar vermeleri isteniyor.


Devamı için tıklayınız ...

Araştırmalara göre ortalama bir insan her gün 1500 ile 1800 kez mesaj verilerek adeta mesaj bombardımana tutulmaktadır. Bu mesajların da çok büyük bir bölümünü pazarlama faaliyetleri sonucu ortaya çıkan reklamlar oluşturmaktadır. Bu reklam mesajlarının %70’i göz ile algılanırken %30’u ise kulak tarafından toplanmaktadır. Bir insan her gün bu kadar çok pazarlama mesajı ile karşı karşıya kaldığına göre insanlarda satın alma davranışı oluşmasını sağlayan mesajların hangileri olduğu çok ciddi bir merak konusu haline gelmektedir. Yine aynı araştırmalar göstermektedir ki insanlar kendilerine gelen pazarlama mesajlarını tasarımsal ve içeriksel olarak sınıflandırmadan önce önyargılı bir şekilde “kalite” odaklı olarak ayrıştırmaktadır. Bu öyle bir kalite algısıdır ki sokakta yürürken görülen bir tabela minimum seviyede satın almaya dönük davranış geliştirirken aynı tabeladaki logonun birkaç kez televizyonda görülmesinden sonra sokakta yeniden görülmesi çok hızlı bir şekilde satın alma ile sonuçlanan müşteri deneyimine dönüşebilmektedir. Televizyonun hayatımızdaki önemi, neredeyse herkes tarafından reddedilen bir olgu olsa da, tartışmasız bir gerçektir. Türk halkının ortalama televizyon izleme süresi günde 4 saati geçerken gençlerin uyku dışında geçen zamanlarının üçte birini televizyon izleyerek geçirdikleri saptanmıştır. Bu da bir yıl içinde toplam 930 saatini derslere katılarak geçiren bir öğrencinin 1340 saatini ise televizyon izlemeye ayırdığı anlamına gelmektedir. Televizyonun hem göze hem de kulağa aynı anda hitap edebilmesi sayesinde ürün ve / ya marka odaklı reklamlar izleyicilere en yüksek farkındalık düzeyinde iletilebilmektedir. Hayatımızda bu kadar büyük bir yer kaplayan televizyon sadece zaman geçirme aracı olarak değil aynı zamanda bir prestij aracı olarak da kolektif bilinçte kendisine yer bulmayı başarmıştır. “Ünlü olma” kavramı bir insanın televizyonda ne kadar yer aldığının ölçütü haline gelirken insanların %71’i televizyonun en doğru ve en tarafsız haber kaynağı olduğu konusunda da hemfikirdir. Televizyon reklamlarının en büyük avantajı izleyiciler üzerinde reklamı yayınlanan kuruma ya da markaya yönelik yarattığı bu kalite olgusu ve saygınlıktır. Televizyon çok pahalı bir reklam mecrası olduğu için her marka ya da kurum televizyonda reklam yayınlatamamakta, ancak finansal olarak fazlasıyla güçlü olan kurumlar televizyondan etkin bir reklam mecrası olarak faydalanabilmektedir. Bu durumun gayet net bir şekilde farkında olan izleyiciler bu nedenle televizyonda reklamı yayınlanan firmaları daha prestijli ve dolayısıyla daha güvenilir olarak görmektedirler. 2010 yılının ilk 6 ayını kapsayan ve Reklamcılar Derneği üyesi medya ajanslarının verilerine dayanarak hazırlanan rapora göre televizyon %55.59 piyasa payı ile en çok tercih edilen reklam mecrası olmayı sürdürüyor. Televizyon, en yakın rakibi olan yazılı basına %28 gibi azımsanamayacak oranda bir fark atmasını hiç şüphesiz hala en etkili reklam mecrası olmasına borçlu. Yüksek maliyetlere sahip olmasına rağmen hem sürekli artan kanal ve program seçenekleri, hem de tamamen ücretsiz bir mecra olarak her kesimden insana hitap etmesi sayesinde televizyon reklamları çoğu analistin iddia ettiğinin tam tersine gücünü yitirmeyi bir kenara bırakalım, her geçen gün reklam sektöründeki ezici üstünlüğünü arttırıyor. 2011 yılında da reklamverenler tarafından en çok tercih edilecek reklam mecrası olacağı kesin olan televizyon için en etkin zamanı ise 19.00-21.00 ile 21.00-24.00 saatleri arasında yer alan Prime 1 ve Prime 2 kuşakları oluşturuyor. Rahmi VİDİNLİOĞLU


Devamı için tıklayınız ...

Kış mevsiminin kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı şu günlerde, çantaların ve ceplerin vazgeçilmezlerinden biri olan kağıt mendil… Havalar iyice soğudu ve artan soğuk algınlığına karşı en hızlı yardımcımız olan kağıt mendil... Kolay kullanımı ve hijyenik oluşu sebebiyle, özellikle kış aylarında tüketimi daha fazla olan kağıt mendil… - Kağıt mendil ??? - Kısaca Selpak… Pek çok defa, bir paket mendil almak için yaklaştığım büfede başıma gelmiştir. Büfedeki bay ya da bayana, birkaç defa aynı cümleyi kurduktan sonra, “Bir selpak alabilir miyim?” dediğimde, “Öyle desene o zaman, kağıt mendil de neyin nesi…” bakışlarına beni pek çok kez maruz bırakan bir markadır Selpak. Bu durum o satıcıların cehaletinden değil, Selpak markasının bir ürünü de temsil edecek kadar kabul görmesinden kaynaklanır. Selpak’ın başarısı sadece Türkiye’yi temizlik kağıdı ile tanıştıran marka olmasına bağlı değildir. Rakiplerine göre açık bir üstünlüğü olmasına rağmen Selpak pazarlama stratejilerini ve ürünlerini sürekli yenilemeyi ihmal etmedi. Yıllar içerisinde, Selpak markası taşıyan kağıt bez, kağıt havlu, peçete, tuvalet kağıdı ve kutu mendiller de raflarda yerini aldı. Selpak son olarak geliştirdiği çiçek kokulu, losyonlu, mentollü ve pamuk katkılı klasik olmak üzere dört farklı özelliğe sahip mendillerini tüketicilerine sundu. “Yeni Nesil Selpak Mendil” ailesi sloganı ile pazara giren bu ürünler, alanında ilk ve tek olarak nitelendiriliyor. Çekilen reklam filmlerinde de ürünlerin farklılığını vurgulayan Selpak markası daha uzun yıllar özellikle kağıt mendile adını vermeye devam edecek gibi görünüyor. Piyasaya yeni çıkan bir ürünün markasının ürüne ismini vermesi olarak tanımlanan bu durum, sadece Selpak’a özgü değil elbette. Margarinin Sana, deterjanın Alo ya da Omo, krem temizleyicilerin Cif ve hijyenik pedlerin Orkid olarak adlandırılması da bu durumun güzel örnekleridir. Ancak en başta da belirttiğimiz gibi marka pazarlama stratejilerini sadece bu avantaja dayanarak kurmadı. Selüloz ve pak kelimelerinin birleşiminden oluşan Selpak markası, yıllar içerisinde gerek ürünlerinde, gerekse pazarlama faaliyetlerinde pek çok yenilik yaptı. Kutu mendillerin ambalaj tasarımlarında ünlü isimler ile çalışılması, yine Fikret Mualla, Burhan Doğançay gibi ünlü sanatçıların eserlerinin kutu mendillere uyarlanmasını markanın başarılı çalışmalarına örnek gösterebiliriz.


Devamı için tıklayınız ...