t Arama Sonucu Bloglar

Sinema dünyasının saygın oyuncularından Tuncel Kurtiz, herkesin bildiği gibi ATV’de yayınlanan “Ezel” dizisinin en beğenilen karakterlerden birini canlandırıyor. Oyuncunun dizide canlandırdığı karakter, kendisinin de dış görünüşü ve sesiyle tam bir uyum içerisinde. Karakter, derinlemesine deneyim edinmiş, etrafında dönen ve dönebilecek olayları, düşünceleri, kurguları daha başlamadan tahmin edebilen, işin en doğrusunu bilen ve ona göre strateji çizdiren özelliklere sahip. Baba rolünde ama öyle böyle bir baba değil bu. Her bir nasihati yaşam felsefesi niteliğinde. Etkileyici ses tonuyla kurduğu cümlelerde, önemsenmesi gereken noktalara vurgu yaparak, korumak istediği, çevresindeki gençlere, yapılması gerekenlerle ilgili mesajlar iletiyor. Sadece yapılması gerekenlerle ilgili mesaj vermekle kalmıyor, aynı zamanda onların yaşama bakış açılarını değiştiriyor, onları biçimlendiriyor. Ramiz dayı karakterinin derin, etkileyici sözleri, dizinin aksiyonlarıyla birleşince, dizi insanları ekranlara kilitliyor. Sözler gerçekten etkileyici, çünkü Shakespeare, Ömer Hayyam, Oskar Wilde gibi, dünyaca tanınmış isimlerin sözleri bunlar. Ramiz Dayı karakteriyle Tuncel Kurtiz, ülkemizdeki birçok kişi tarafından oynadığı karakterle özdeşleştirildi. Sözleri ekranlardan yansımaya başlayınca, herkesin dikkatini çekiyor, kurduğu cümlelerin anlamlarına dikkat ediliyor ve beğeniliyor. Tabi bu kadar etkileyici, herkesin dikkat kesildiği karakter olur da markalar bunu fark etmez mi? Toyota markası, Ramiz Dayının insanlar üzerindeki etkisini fark etti ve hemen değerlendirdi. Toyota’nın reklam kampanyasının bu serisinde, Ramiz dayının kullanıldığı reklam filmi, dün televizyonlarda gösterilmeye başladı. Sözler dizideki gibi, sanki derin bir yaşam felsefesinin özünü anlatır gibi verilmiş. Aynı dizideki gibi, derinlemesine deneyim ve birikim sahibi bir babadan, tüketicilere nasihat niteliğinde, etkileyici ve vurucu. Ramiz dayı burada shakespeare, Hayyam veya Oskar Wilde şiiri okumuyor tabi. Burada Toyota’nın özelliklerinden bahsediyor. Ama bakın, tam dizideki gibi, nasihat ediyor, seçenek sunuyor ama aynı zamanda yapılması gereken davranış üzerine vurgu yaparak, en doğrusunu öneriyor. İşte Toyota markasının Ramiz Dayı esintisini kullandığı reklam filminin sözleri “fırtına gibi esmek mi istersin yoksa Hızır gibi tam zamanında yetişmek mi? Çiçek gibi narin görünmek mi istersin yoksa kaya gibi sağlam durmak mı? Kılıç gibi keskin mi olmak istersin yoksa kalem gibi geleceği yazmak mı? Başkaları gibi olmaya çalışmak mı istersin, kendi yolunu kendin çizmek mi? Kim olmak istersin? Sıradan bir adam mı? Toyota gibi adam mı?” kısaca Toyota markası, Ramiz dayı karakterini kullanarak etkileyici bir reklam kampanyası hazırlamış. Herkesin dikkatini çekiyor, izleniyor ve mesajlar net olarak anlaşılıyor. Reklam filmi, Toyata’nın bu modelinin, narin görünümlü, kaya gibi sağlam, kılıç gibi keskin, geleceğe hitap edebilecek kadar ileri teknolojiyle üretilmiş bir araç olduğunu vurguluyor. Hem de Ramiz Dayının o derinlemesine deneyim, bilgi, açık görüşlülük olduğunu hissettiren ses ve cümle vurgularıyla, bütün tüketicilere...


Devamı için tıklayınız ...

Yazımın başlığı, Hürriyet Gazetesinin Mediacat dergisine verdiği, karşılıklı iki tam sayfa reklamının sloganıdır aslında. Böylesi bir slogan… Reklamcılık sektörünün günümüzdeki politikasıyla ilgili ne çok şey anlatıyor değil mi? Aile… Duygusal bağların en güçlü olduğu, toplumsal yapıların başında geliyor. Koşulsuz sevginin olduğu, yardımlaşmanın had safhada yaşandığı, kişilerin her yönüyle, kendilerini rahatlıkla birbirlerinin yerlerine koyarak düşünebildiği tek yapı. Markalar son zamanlarda, bu derece kusursuz bağları, tüketicileriyle aralarında kurmaya çabalıyor. Bir ürünün markalaşması, hissettirdiklerine bağlı hale gelmiş durumda. Çünkü günümüzde teknoloji, son sürat gelişmeye ve ilerlemeye devam ederken, insanları gerisinde bırakmıyor. Onları da geliştiriyor, bilinçlendiriyor, isteklerini yönlendiriyor. Kısaca sürekli yaşama bakış açılarını değiştiriyor. Artık bir ürünün kaliteli olması yetmiyor. İhtiyaçları ne derece karşılayabildiği de önemli değil. Önemli olan, kişinin arzuladığı şeyi yerine getiriyor olması. İşte son zamanlarda tüketici, ürün özelliklerinden, faydalarından çok ürünlerle kurduğu bağlara önem verir hale geldi. Tüketicinin bu özelliklere sahip olmasının tek nedeni, teknolojinin gelişmesi değildir elbette. Bunda, Reklam ve pazarlama sektörlerinin hiç te hafife alınmayacak katkıları da bulunuyor. Hürriyet Gazetesi de haklı olarak, en önemlisi de bir marka olarak, benzer bağları, bu reklamla kurmaya çalışmış. Eskiden gazetelerin zaten sahip olduğu bağlardı bunlar. Onların diğer markalar gibi, farklı reklam çalışmalarıyla tüketiciye iletmeleri gereken mesajlara gereksinimleri yoktu. Yazarları, araştırmacıları, köşe yazarlarının, çizerlerinin çalışmaları, okurlarıyla bir aile oluşturmalarına yetiyordu. Eskiden her gazetenin ondan vazgeçmeyen, onun gözüyle yaşama bakan, onun gözüyle beğenen, eleştiren, kendi öznel yaşamını şekillendiren okur kitlesi vardı. Şimdi ise bu durum değişmiş gibi görünüyor. Gazetelerin okur kitlesi, eskiden olduğu gibi onlara çok ta fazla bağlı değil veya bağlı olanlar çok azalmış durumda. Kimi gazeteci, bunun nedenini teknolojik gelişmelere bağlıyor. İnsanların normal gazete almak yerine, daha rahat, kısa sürede haber ve yazılara ulaşabildiği interneti tercih ettikleri için gazete-okur ilişkisinin farklı boyutlara taşındığını söylüyor. Gazete-okur ilişkisinin son zamanlarda aldığı biçimin nedenini, tek başına dijital mecralarla açıklamak tartışılabilirken, basılı reklam mecralarının yaşadığı sıkıntıların da ayrıca tartışıldığı bir zamanda, gazetelerin, reklam konusunda kendileri gibi sıkıntı yaşayan dergi reklam mecrasını kullanarak birbirlerini desteklemesi, insanı umutlandırıyor. Çünkü Hürriyet’in reklamı, gayet çarpıcı ve etkili olmuş. Bir marka, eskiden zaten sahip olduğu aile bağlarını arıyor ve sesleniyor, hatırlatıyor… Biz bir aileyiz.


Devamı için tıklayınız ...

Bir piyasa araştırma kuruluşu olan IDC'nin açıklamalarına göre şirketlerin mobil reklamcılığa yaptığı harcamalar, 2010 yılında %138lik bir artışla 877.2 milyon dolara ulaştı. Harcamaların toplamı 2009'da ise 368 milyon dolardı.

Google ve Apple arasındaki zorlu rekabete rağmen, Google mobil arama dalındaki önerileriyle piyasadaki şirketlerin büyük kısmını ikna etmeyi başardı. IDC'ye göre Google tüm reklam harcamalarının %59'unu elde etti. Onu yüzde 8.4 lük pazar payıyla Apple ve yüzde 6.8 pazar payıyla üçüncü sunucu olan Millennial Media izledi.


Devamı için tıklayınız ...

Mecraların yapısı ve reklam yaptıkları alanlar düşünüldüğünde, hakikaten açık hava reklam mecrası, çok özel bir yerde duruyor. Bir televizyon, radyo, gazete veya internet çok daha geniş kitlelere hitap ediyor. İsteseniz de istemeseniz de, belki de size hitap etmeyen kitlelere reklam yapabiliyorlar. Küçük bir yerleşim biriminde kurulan ve sadece o yerleşim birimine hitap eden bir şirketin, diğer bölgelerde reklam yapması ona çok fazla şey katmayabiliyor. Reklam ajansları, şirketlerin tanıtım kampanyalarını yürütecekleri zaman, ilk önce hedef kitleyi belirler ve ona göre kampanyanın stratejisini oluşturmaya başlarlar. Burada sözünü ettiğimiz şirketin hedef kitlesi zaten bellidir. Buna yönelik olarak yapılacak kampanyanın da bu çerçevede düşünülmesi gerekiyor. Yerel olarak yayın yapan radyoların bile, hitap ettiği kitlenin genişliği gereksiz olabiliyor. Şu durumda, istediğiniz kadar küçük bir kitleye reklam yapabilen tek bir mecra kalıyor, açık hava reklam mecrası. Kimi zaman tek bir billboard, bir köprü afişi, bir araç giydirmesi, şirketin dış cephesi ve çevresine yapılan reklamlar, firmanın tam olarak ihtiyacını giderebiliyorlar. Tabi bu durum, küçük yerleşim birimlerindeki şirketler için geçerlidir. İstediğiniz kadar büyük olun, ülke çapında faaliyet gösterin, ülkenin bütün kesimleri hedef kitleniz arasında bulunsun, sizi yine de destekleyebilen bir mecra olarak karşımıza çıkıyor. İstediğiniz kadar semtte, ilde, bölgede, ülkede her yerde billboardları, megalightleri, afişleri, duvar reklamları sizin mesajlarınızı tüketiciye ulaştırabiliyor. Sadece bunlar da değil, markalar, hangi reklam mecrasını etkin olarak kullanırsa kullansın, sizlerin de her yerde gördüğü gibi, açık hava reklam mecralarını destekleyici olarak kullanıyor. Örneğin, televizyon reklamından çok iyi bildiğiniz bir film karesi, otobüs durağınızın yan duvarında karşınıza çıkabiliyor. Açık hava reklam mecraları, teknolojiyi de takip ediyor. Yani teknoloji geliştikçe, ona uyum sağlayan ürünleri de geliştirerek kullandırabiliyor. Son zamanlarda, özellikle alış veriş merkezlerinde gördüğümüz dijital boardlar, bunun en yakın örneğini oluşturuyor. Ürünler, birden fazla afişi arka arkaya çeviriyor, günün ışıklarına göre kendi ışıklandırmalarını yapıyorlar. Hatta son üretilenlerin bazıları yaş, cinsiyet tespiti yaparak, bu kişilere uygun reklamları hemen gösterebiliyor. Ne kadar dar bir alan olursa olsun veya ne kadar geniş bir alan olursa olsun, o kendine has hızı ve etkisiyle markaların reklamlarını yapabiliyor. Konulduğu anda tüketiciye ulaşıyor ve onlar isteseler de istemeseler de açık hava mecralarından kaçamıyorlar. Çünkü yürüdükleri caddelerde, bekledikleri duraklarda, önlerinden geçtikleri duvarlarda onlarla karşılaşıyorlar. Televizyon gibi zap yapma şansları yok, internet ortamları gibi başka bir ortama geçme şansları yok, onlarla yüzleşerek geçmek durumunda kalıyorlar. Kısaca, açık hava mecraları, her halükarda mesajlarını iletiyor. Hele yaratıcı bir tasarım yapılmışsa, dikkatleri üzerlerinde toplayıp hem tüketici için, hem de markalar için heyecan verici olabiliyorlar.


Devamı için tıklayınız ...

Ekonomik sistemin şu son zamanlarda geldiği noktada, tüketici bilinçli hale geldi. Verilen reklam mesajlarının çoğunu anlayabiliyor. Yargılayabiliyor, eşleştiriyor ve mesajlarda verilen iddiaların arkasının gelmesini bekleyebiliyor. Firmanın kurumsal kimlik çalışmalarında kullandığı renkleri, logosunu, sloganını, firma ismini ayrı ayrı yorumlayabiliyorken aynı zamanda, bütünsel görünümlerinden de kendince anlamlar çıkarabiliyor. Bu yüzden reklam kampanyaları, pazarlama stratejileri oluşturulurken ajanslar, markalaşmak isteyen şirketleri, daha kuruluş aşamasında ele almayı tercih ediyorlar. Çünkü en sağlıklı yol bu. Firmayı, şirketi tanımlayan en küçük işaret, ibare, anlatıma dikkat ediyorlar. Tüketicinin bunlar hakkındaki en ufak algısını hesaplıyor, bütün seçenekleri değerlendirerek, olması gereken en iyi sonucu veren çalışmayı kullanmasını sağlıyorlar. Özellikle ülkemizde, firma sahipleri, bu ayrıntılara çok dikkat etmiyorlardı. Kendi dünya görüşlerini yansıtan, bakış açılarını açık eden şirket isimleri, logolar veya renkleri kullanıyorlar. İlk etapta, bu onlara mantıklı gibi gelebiliyor. Kendilerini içinde hissettikleri kitlenin ürünlerini satın alması yeterli gelebiliyor. Bunun onlara prestij sağladığını düşünüyorlar. Hatta ürettikleri her ürün için, her kesimin kabul edeceği isimler ve logolar çalışsalar bile, ürünün üst kimliği, onun pazardaki durumunu belirleyebiliyor. Aynı İhlas Holding’in şu an yaşadığı sıkıntı gibi. Şirket sahiplerinin mensup olduğu düşünce ve dünya görüşü ne olursa olsun, üretim kimliksiz olmalı yani kimliksiz derken, dini, siyasi, etnik herhangi bir kimliğe sahip olmamalı ama kendine has, tüketicileriyle arasındaki ilişkiyi kurmasını sağlayan bir kimliği olmalıdır. Kristal kola, İhlas Holding ismi altında üretilmeye başlamıştı. 2001 yılında da %15 Pazar payına sahip olmuştu. Ekonomik krizle birlikte bu pay geriledi. Bunun üzerine holding yönetimi, kristal colayı Sunny Elektronik’e sattı. Fakat bunu devralan şirket, ürünün daha önce sahip olduğu Pazar payını yakalayamadı. Yaklaşık 5 yıl boyunca durağan bir Pazar dönemi geçirdi. İhlas Holding, bu yılın başında, kristal kolayı geri alarak, yeniden Pazar payını büyütmeye başladı. Geçtiğimiz günlerde, Kristal Gıda Pazarlama ve Satış Müdürü Bayram Altıntoprak yeni oluşturulacak olan stratejilerde, dini kola düşüncesini, tüketicilerin algısından silmek için çalışacaklarını ifade etti. İşin en başında yapılan hata, şimdi toparlanmaya çalışılıyor. Yeni oluşturacakları stratejilerde farklı kesimleri de hedefe koyarken, ürünlerinin arasına, farklı markaları da eklediklerini söyledi. Bunlar; Redline, Bwi Cola, Chat Cola, Rival madeni meyve sularıdır. Herkesin tahmin edebildiği gibi, insanların ilk edindikleri izlenim çok önemlidir. Daha sonra, üstüne eklenen bilgiler, ilk izlenimi çok zor kırabiliyor. Algıların değiştirilmesi, yeni bakış açılarının sunulması ciddi ve uzun soluklu stratejilere ihtiyaç duyarken, bunların oldukça yaratıcı çalışmaları kapsaması gerekiyor. Halbuki kuruluş aşamasında, büyüme durumunda hedeflenebilecek kitleler hesaplansaydı veya en geniş kitleler hedeflenseydi, kuruluş kendini ona göre konumlandırabilirdi. Şimdi böyle bir sorun gündemlerinde olmayacaktı. Markalar, her kesim tarafından tercih edilecekti. Her kesimden insanla marka arasındaki bağın oluşturulması kolaylaşacaktı. Gerçi günümüzde, herhangi bir tarafta olmadığı bilinen markaların bile, tüketiciyle aralarındaki bağların kurulabilmesi çok zor. Çok iyi tasarlanmış, yaratıcı çalışmalar gerektiriyor. Bunların üzerine, var olan algıları değiştirme stratejileri eklenince iş daha da zorlaşıyor. Ama yine de, reklam sektörü için mümkün olmayan bir şeyin söz konusu olmadığını düşünürsek bu da başarılabilir.


Devamı için tıklayınız ...

Caddelerde yürürken, çoğu zaman etrafımızdaki billboardları fark etmeyiz. Çevrenin renkleri arasına karışır, uyumlu bir bütünlük sağlarlar. Sarısı, yeşili, kırmızısı… çoğu billboard için bu durum geçerlidir. Sanki şehir merkezlerinin görsel güzelliği için dizayn edilmiş gibidirler. Onlar olmadığında, merkezlerde bir çıplaklık, bir eksiklik hissederiz. Onlar mutlaka olmalıdır, çünkü ortamı daha zengin gösteriyordur. İşimiz veya o merkezlere gitme sebebimiz gereği, gözlerimiz saliselik bir zamanda, bir uçtan diğer uça geçerken, arada renk cümbüşü şeklinde kaybolur giderler. Her ne kadar uyum noktasında, çok güzel çalışılmış olsalar bile, billboardların o stratejik noktalarda durma nedenleri, çevrenin daha zengin görünmesi, etrafıyla uyum sağlaması değildir. Tam tersine, bu tip uyum gösterme durumları, onların amaçlarına ters düşüyor. Şehrin merkezi noktalarına geldiğimizde, gözlerimizin onları, çevrenin renk cümbüşünün bir parçası olarak algılaması, billboard tasarımının başarısızlığıdır. Billboard tasarımı, kendini çevre uyumundan sıyırmalı ve kendini göstermelidir. Gözlerimiz billboardların üzerinden kayıp başka bir alana yönelirken bile, tam olarak bakıp anlayamadığımız bir şeyin olduğunu bilincimiz fark etmelidir. Şehir merkezlerindeki billboardların bulunduğu noktalar, insanların yoğun olarak geçtiği, trafiğin yoğun olduğu yerlerdir. Özellikle bazı yerler, birbirlerinden uzakta olan semtlerden gelen insanların temas noktalarıdır. Bu noktalara konulan billboard tasarımlarına daha da fazla sorumluluk düşmektedir. Onlar için tasarlanan billboard reklam, çok daha dikkat çekici olmalı ve çevrenin renkleri arasından sıyrılmalıdır. İnsanların zihinleri, başka şeylerle veya günlük yaşamlarıyla ilgili işlerle, sorunlarıyla dopdolu olduğunda bile, kısa bir göz temasında, orada bir şeylerin olduğu hissini vermelidir. Tasarım, insanın tekrar bakma gereği duymasını, anlamak istemesini sağlamalıdır. Çünkü ister şehir merkezlerinde, ister ücra noktalarda veya şehir il sınırına yerleştirilenlerin, orada bulunma nedeni, tamamen estetik görünüm sağlamaları değildir. Elbette estetiğe önem verilmeli, çirkin bir görüntü, reklamın uygulanma esaslarına uymayacağı gibi reklam verenin de işine yaramayacaktır. Billboard tasarımlarının çevre unsurlarının içine gömülmesi ancak okumak veya görmek isteyince, dikkat edilince görünüyor olması, bence bir dezavantaj oluyor. Tasarım, bütün çevre unsurları arasından sıyrılarak kendini fark ettirmeli, merak uyandırmalıdır. İnsan gözü, saliselik bir zamanda temas ettiğinde, ilginç, çarpıcı bir şeylerin olduğunu fark etmeli ve dönüp bakma gereği duymalıdır. Ancak bu tip bir tasarım billboard reklam mantığıyla uyum sağlayabilir. Bu hem reklam veren firmanın amacına ulaşmasını sağlar, hem de tüketiciye iletmesi gereken mesajları etkili bir şekilde iletir. Bu tip bir tasarım, aynı zamanda tasarımcının yaratıcılığını da öne çıkararak reklamını yapar. Bu, tasarımcılar arasında geliştirilmesi gereken yaratıcılık unsuruyla ilgili rekabeti de doğurur. Birbirinden yaratıcı billboard tasarımlarının ortaya çıkmasını sağlar.


Devamı için tıklayınız ...

Uzun Çalışmalar sonucunda firmanızı tanıtan web sayfanız sonunda hazır. Bundan sonra size fayda sağlayacak, marka değerinizi yükseltecek, satışlarınızı arttıracak faaliyetlere ve çalışmalara başlama zamanınız geldi. Eğer hedef kitlenize sitenizi tanıtamazsanız web siteniz büyük bir ormanda kimsenin ne bildiği ne de duyduğu bir ağaca benzer. Ancak şanslısınız ki, internet reklamcılığı şimdiye kadarki pazarlama teknikleri ve diğer mecralardaki reklam ücretlerininden çok daha az bir maliyetle, sizlerin milyonlarca kişiye ulaşmanıza yardımcı oluyor. Başlangıçta yapmanız gereken küçük bir bütçe belirlemek.


Devamı için tıklayınız ...

Radikal gazetesinde, dün yayınlanan bir habere göre, gelecek bilimci Ross Dawson, gelecekle ilgili tahminlerde bulunmuş ve gazetelerin 2036 yılında gazetelerin neslinin tükeneceğini, 2040 yılında da yaklaşık 51 ülkede gazetelerin basılmayacağını iddia etmiş. Dawson’a göre, cep telefonlarının bugün geldiği noktalar ile e-okuyucuların gün geçtikçe artış göstermesi, baskı maliyetlerinin artış göstermesi, dijital haber mekanizmalarının paraya çevrilebiliyor olması, reklam mecralarındaki trendler, ekonominin büyümesi, medya düzenleyici yasaların içinde bulunduğu durum ile hükümetlerin medyaya olan desteğinin buna neden olacağını söylüyor. Dawson’un gelecekle ilgili bu kehaneti, şu günlerde şiddetli tartışmalara neden olurken, gerçekte, teknolojinin insanlara sunduklarına, ayrıca insanların teknolojiye olan ilgisine bakıldığında, bu durumun ortaya çıkması anormal gibi gelmiyor. Tabi insan ister istemez, yüzyılı aşkın süredir süregelen güzel bir alışkanlığın ortadan kalkabilme düşüncesine üzülüyor. Çünkü e-gazete okumak başka bir şey, eline özenle hazırlanmış bir gazeteyi alıp incelemek başka bir şey. Yapılan tasarımları baskılı halleriyle incelemek, çekilen ve özenle işlemlerden geçirilmiş fotoğraflarda yapılan çalışmaları fark edebilmek, insanın kâğıdı eline alması, gazete kokusunu duyarak, içine çekerek okumaya başlaması, bambaşka bir zevk. Zaten gazetelerin okurlarıyla kurduğu, o sıcak ilişkinin temelinde de bunlar yatar. Önemli bir çalışmayı elinize alırsınız, onlarca çalışanın kendi alanında yapmış olduğu ve sizin beğenilerinize sunduğu bir değer. Haberleri, yorumları, köşe yazarları, eğlenceli sayfaları, reklam sayfaları, her biri kendine özgü havayı size hissettirir. Bunlardan en önemlisi de reklam sayfalarıdır. Reklam veren firmalar, ürün ve hizmetleriyle ilgili mesajlarını, tanıtımlarını bu sayfalar üzerinden yaparak seslenirler. Hepimizin aşağı yukarı bildiği gibi, gazete reklamları, bu kuruluşları ayakta tutan önemli gelir kaynaklarından birini oluşturuyor. Yazılı basının sona ermesi gazete reklam mecralarının da sonunun gelmesi anlamına geliyor. Bu durumda kendimize şu soruyu sorabiliriz gazeteler ortadan kalktıktan sonra, reklam mecralarının ne önemi var? Ama aslında durum öyle değildir. Gazete reklam mecrası da gazetelerin okurlarıyla kurduğu ilişkiden yararlanıyor. Bence bu özel bir ilişki ve firmalar, bu ilişki sayesinde, tüketicilerin güvenlerine sahip oluyorlar. Tüketicilerin gazetelerine karşı duyduğu inanç, saygı reklamlarına da yansıyor. Gazetelerin neslinin tükenmesi halinde, markalar bu özel ilişkiden yoksun kalacaklar. Dijital ortamlar ne kadar gelişirse gelişsin, milyonlarca insan, bu ortamlarda kendi yaşamlarının gereksinimlerini karşılasa da, baskılı gazetelerin yerini tutamayacaktır. İnsan, gene de her sabah kapısına gelen veya mahalle bakkalından aldığı, kendi özel köşesine çekilip sayfalarını çevirdiği gazeteyi yani o keyfi tatmayı arayacaktır. Özellikle de gazetelerin yeni baskısının kokusu, okurların burnunda tütecek.


Devamı için tıklayınız ...

Geleneksel mecralar üzerine yapılan bütün yorumlar, dijital dünyanın gerisinde kaldıklarına yönelik ifadeler içeriyor. Halbuki televizyon, geleneksel mecraların başında geliyor ama gerisinde değil, dijital dünya ile etkileşim halinde ilerlemeye devam ediyor. Tüketiciler, dijital ortamlarda televizyon reklam filmlerine ulaşabiliyorlar. Elbette televizyon mecrasının bu etkileşimi, reklam filmlerinin çekimleri tamamlandıktan sonra, post prodüksiyon çalışmalar sayesinde olabiliyor. Filmlerin çekim aşamaları tamamlandıktan sonra, ajanslar, filmlerin dijital ortamlarda yayınlanabilecekleri formatları hazırlıyorlar. Bir yandan, televizyon ekranlarında reklamlar dönerken, hemen arkasından dijital ortamlara uygun formatları da yayınlamaya başlıyorlar. Tüketiciler, yapılan çalışmalara ilişkin yorumlarını, dijital ortamlar aracılığıyla ilgililere gönderebiliyorlar. Bu noktada özellikle sosyal siteler, bloglar çok kullanılıyor. Tüketiciler, tanıtım filmlerine yönelik düşüncelerini, kendi profillerinde, bloglarında veya diğer ortamlarda yazıyor ve birden fazla tüketici, kendi aralarında konuşarak reklamların etkilerini, yararlarını, zararlarını hatta bazen tasarımın biçimini tartışarak sürece katkı sağlıyorlar. Yani markalar, televizyon mecrasını dijital ortamlara da çekiyorlar. Böylece müşterileri veya tüketicileriyle buluşturdukları reklam kampanyalarıyla ilgili yorumları, eleştirileri alabiliyor, kampanyanın başarısını ölçebiliyorlar. Dijital mecralar üzerinden yayınlanan filmler üzerine yorum yapan potansiyel müşteriler, tasarım, ana fikir, oyuncu, sahne, oyuncuların giyim kuşamları, sahnelerde kullanılan malzemeler hakkında fikir yürütüyorlar. Bu durum markalara, kullanıcıların algıları ve bakış açıları üzerine de fikir verebiliyor. Markalar, hangi tema ve tasarımlarla, hangi algılara mesajlar ilettiğini görebiliyor. Bu ortamlardan yapılan tespitler, markaların daha sonraki çalışmaları için esin kaynağı olabiliyor. Potansiyel müşterilerin, dijital mecra üzerinden, televizyon reklamlarına yönelik bu katkıları, televizyonun dijital dünyadan çok ta kopuk olmadığını, aslında geleneksel olarak değerlendirilmemesi gerektiğini de anlatıyor. Dijital mecralar üzerinde, çekilen tanıtım filmlerinin video formatıyla yayınlanabilmesi, televizyonlarda izleyemeyen kişilerin, bu ortamlarda izlemesini sağlarken, aynı kişilerin, filmleri televizyonda görmesi halinde, daha çok dikkatini çekmekte, mesajların pekişmesi sağlanmaktadır. Mobil iletişimin geliştirilmesiyle, bazı televizyon reklam filmlerinin, post prodüksiyon çalışmalarında video formatına çevrilerek, dijital ortamlarda yayınlanmasından sonra, aynı videolar, bazı cep telefonlarına da gönderilebiliyor. Bu tip videoları göstermeye elverişli olarak dizayn edilmiş telefonlar, aynı videoları, başkalarına da gönderebilme özelliğine sahip oluyor. Yani televizyon mecrası için tasarlanan çalışmalar, internet mecralarıyla etkileşim içerisindeyken, mobil iletişim mecralarından da çok uzakta durmuyor. Onunla da etkileşim halinde olabiliyor.


Devamı için tıklayınız ...

Reklamlar, ürünlerin tanıtımını yaparken, ikna edici ve yönlendirici özelliklerini ön plana çıkartarak, tüketimi teşvik eden ürünlerdir. (Bir çelişki gibi görünse de, evet reklamların kendisi de nihayetinde üründür ve her ürün gibi üretim sürecinde çeşitli kurallara tabidir.) Teşvik edilen bu tüketim günümüz tüketim alışkanlıklarına bakıldığında çoğu zaman gereksiz bir tüketim olarak nitelendirilir. En baştaki etik sorun budur ancak bu reklamcıları doğrudan ilgilendiren bir sorun değildir. Hiçbir ürünün, üreticisinden talep gelmediği halde reklamı yapılmaz. O halde şunu diyebilmemiz de pekala mümkündür, reklamcılar kadar, reklamının yapılması için ajanslara başvuran markalar da etik değerler taşıyan taleplerde bulunmalıdır.


Devamı için tıklayınız ...