2011/01 Blog Arşivi

Starbucks, logosunun yenilenmiş son halini açıkladı. Starbucks CEO'su Howar Schultz, bu yeni logo ile kahve devinin ''Kahvenin Ötesinde Düşündürme'' yi işaret ettiğini söyledi.

Bu yeni logoyu Starbucks'ın Seattle Ofisi ile web yayını çalışanları ortaya çıkardı. Logo, yeşil bir yuvarlak içinde ''Starbuck Coffee'' metini ile daha belirgin olan meşhur denizkızı görüntüsünü içermektedir. Bay Schultz şirketin internet sitesindeki bir videoda, bu yeni logonun Starbucks'ın odak noktasını genişletmeye işaret ettiğini ve sıfır hatayla dünyanın önde gelen kahve satıcısı olduklarını, olmaya devam edeceklerini söyledi.


Devamı için tıklayınız ...

Groupon, İngiltere'de yayınlanan üç reklamının müşterilerini yanıltması üzerine hatalarını telafi etmek üzere çalışmalarına başladı.

Hükumet tarafından onaylanan ve Reklam Standartları Kurumundan gelen denetim şirketi, personel eğitimlerini ve aksayan kalite standartlarını kontrol etmek üzere kurulduğu bildirildi.

Geçtiğimiz yıl içerisinde, Groupon baş döndürücü bir hızla 1 ülkeden 35 ülkeye yayılarak büyümeye devam etmiştir. Groupon, geçen ay Google'dan gelen 6 milyar dolarlık satın alma teklifini reddetmişti. Tüketicinin güveni büyümeye devam etmektedir, kalite denetleme kurulu, bunun sebebi olarak Groupon'un ticari çıkarlarını gözetmeksizin tüketiciyi aldatmıyor olmasına bağladı.


Devamı için tıklayınız ...

Ünlü iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ınkitabı ile aynı ismi taşıyan “Araç Mesajdır” cümlesini hemen herkes bir şekilde bir yerde duymuştur. McLuhan’a göre, mesajın içeriğinden çok nasıl söylendiği önemli olsa da, reklamcılıkta özellikle medya planlamasında mesajın kendisini yok saymak mümkün değildir. Not düşmeliyim ki, McLuhan’ın bu yazımı okuma şansı olsa bana biraz kızabilirdi. Bana kalırsa mesajın kendisi de en az araç kadar önemlidir. Araç mesajdır ama, bu araçlar ve mesajlar neleri kapsar? Ya da neleri kapsamaz? Günümüzde iletişim dendiğinde akla daha çok genellikle kitle iletişimi gelse de, (ki bu da aslında araç mesajdır cümlesinin bir yansımasıdır çünkü kitle iletişim araçları ile sürekli iç içe yaşıyoruz, en basiti herkes cebindeki mobil telefon ile internete bağlanabiliyor ve dilediği içeriklere ulaşabiliyor) kitle iletişimi kadar kişiler arası sözlü ya da sözsüz iletişim de toplumsal – kültürel düzenin sürdürülmesi noktasında önemli bir unsurdur. Aslında, kişilerarası iletişim olmadan sürdürülmeye çalışılan bir düzen bir nevi diktatörlüktür. Herkes aynı kaynaktan gelen aynı mesajları alır, aynı şekilde düşünmeye sevk edilir, benzer uyaranlarla karşı karşıyadır ve kendi mesajlarını iletmekten yoksundur. Kişilerarası iletişimin olmadığı bir toplumun içinde bulunacağı durumu bir yana bırakalım ve araç mesajdır cümlesini biraz açalım. Araç yani iletişimin konusu olan mesajın yer aldığı ortam nasıl mesajın kendisi olur? Elbette ki göstergelerle, yerleşmiş olan kalıp fikirlerle ya da bakış açılarıyla, kısacası algılarla. Her mecranın, her ortamın yansıttığı mesajlar vardır. Reklam ve pazarlama açısından bakarsak; günümüzde internet daha güncel bir mecradır, özellikle sosyal medyanın yükselişe geçtiği şu günlerde internette reklam veren firmalar şu mesajı iletebilir: Ben teknolojiyi takip eden bir firmayım, yeniliklerden haberdarım ve hedef kitleme ulaşmak için değişime ayak uyduruyorum. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergiler, açık hava reklam alanları, internet sayfaları her biri birer mesajdır. Her bir kanal kitlelerde farklı düşünceler uyandırır. Markalar da algılar oluşturur, ki günümüzde araçlar dahi markalaşmış durumdadır. Günümüzde bu kadar çok mecranın olması medya planlamalarında zorluk getiriyor gibi görünse de, profesyonel çalışmalarla önemli kolaylıklar sağlar. Medya planlaması yapılırken de profesyonellerin dikkat ettiği aslında bu mecraların ilettiği mesajlardır. Reklamların herkese ulaşması değil, hedef kitlelere ulaşması amaçtır. Bu yüzden, bir reklam kampanyasının bütün mecralarda yayınlanması zorunluluğu yoktur. Bir ya da birkaç farklı mecrada yayınlanmak üzere medya planlanabilir. Sadece tematik kanallara yönelik televizyon reklamları, yine sadece yabancı müzik yayınlayan radyolar, siyasi içerikli dergiler, magazin içerikli internet sayfaları gibi mecralar daraltılabilir. Bütün mecralar yerine, markaların iletmek istedikleri mesajlarla örtüşen mecralar seçilerek reklam kampanyalarının etkileri arttırılabilir. Bu daraltma işleminin en faydalı tarafı reklam verenler açısından bütçenin de azalmasıdır. Bu kadar çeşitli mecra içinde, neden her yerde yer alarak, “sadece” reklam yapıyormuş izlenimi verilsin ki? Neden söylemler kuvvetlendirilip, tutarlılık eklenmesin? Kullanılan mecralar markaların iletmek istedikleri mesajları güçlendirebilirler. Bazı araçlara yerleşmiş olan mesaj içeriklerinden yararlanabilirler. Reklam yapmak kolay bir iş gibi görünebilir, ama reklamlarda doğru mesajları doğru araçlarda verebilmek için, iletişim biliminden biraz faydalanmak gerekir.


Devamı için tıklayınız ...

Sabah gazetesi yazarlarından Süleyman Yaşar'ın dünkü yazısı dikkatimi çekti. “2011'de gazete satışları ne olacak?” başlıklı yazısında, dünyada yazılı basının bittiğine dair, ayrıca teknolojinin medyayı yeniden düzenleyeceğine dair ileri sürülen iddialara cevap olarak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki gazetelerin satış oranlarını vererek, ileri sürülen iddiaların doğru olmadığını anlatmaya çalışmış. Bu amaçla OECD'nin araştırma sonuçlarından da yararlanmış. Yazarın iddiasına göre, yazılı basın, teknolojiyle birlikte yeni kanallara sahip olacak. Bu sayede yüksek bir okur sayısı elde edilecek. İnsanlar, gazete yazılarına, web ve interaktif tablet uygulamalarından erişebilecekler. Peki, gazete okurları bu kanallardan erişmeye başlarsa, reklam verenler açısından gazete reklam mecrasının önemi ortadan kalkar mı? sorusu aklıma takıldı. Çünkü markalar, zaten interaktif mecraların her çeşidini, her biçimini etkin olarak kullanıyorlar. Yazılı basın reklam mecrası, basılı olmasından ve okur-gazete ilişkisinin o kendine has özelliklerinden dolayı, şu an markalar için farklı bir mecra durumunda.


Devamı için tıklayınız ...

Bir hareket, olay, davranış gerçekten yaşanmış olduğunda, ne kadar ilgimizi çekiyor öyle değil mi? Merakla izlemeye, anlamaya çalışıyoruz. İlgileniyoruz, yorum yapıyoruz, komikse gülüyoruz, dramatikse üzülüyor kimi zaman eleştiriyoruz. Reklam sektörü, insanların bu yönünü yeni yeni keşfetmeye başladı. Bu yön henüz çok az kullanılıyor. Konu, gerçekte yaşanmış olunca, bunun tasarımını yapmak ya da senaryosunu yapmak zorlaşıyor. Bazı dönemlerde bir gazete yazısında, bazı dönemlerde televizyon haber bültenlerinde veya internette, herhangi bir yerdeki billboardla ilgili, bir gazete reklamıyla ilgili, ilginç, insanları şaşırtan reklam haberlerini okuyor veya izliyoruz. Dikkat ettiniz mi? haberi yapılan, sıra dışı reklamların çoğunda gerçek yaşam var. Örneğin, geçtiğimiz aylarda, başka bir ülkede bir billboard tasarlanmıştı. Billboard, mangal kokuyordu ve bu durum, insanların ilgisini çekiyor, kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. Kokunun kaynağını anlayınca, tasarımı inceliyor, yapan firmanın adını ve sattığı ürünü unutmuyorlardı. Yine aynı şekilde, yılbaşında aşk acısı çeken birinin, yine bir firmanın billboard’una el yazısıyla sevgilisine hitaben yazdığı mektubun ortaya çıkardığı ilgi. Televizyonların, İstanbul’da bazı marka mağazalarının açılışlarında yaşanan izdihamları anlatan haberlere gösterilen yoğun ilgi, yorumlar, eleştiriler. Yine yurtdışında, bir ulusal gazetenin reklam sayfalarına konuşma bandı ekleyerek, insanları şok etmesi. Bunun dünya basını tarafından bu kadar çok konuşulması, yazılması. Aslında konu çok basit gibi duruyor değil mi? Bütün bu örneklerde reklamlar, insanların yaşamlarının içerisinde, onların birebir yaşadıkları, bildikleri, deneyimlerine ekledikleri olayları konu almış. Yukarda aşk acısı çeken şahsın dışındaki reklam örneklerinin hepsi elbette tasarlanıyor. Yani reklamcılar, yaratıcı fikirlerini tasarlıyor ve uygulanmasını sağlıyorlar. Üretilen yaratıcı düşünceler, gerçek yaşamdan ve insanlardan bağımsız olmuyor. Diğer bir ifadeyle, televizyon reklam filmlerinde izlediğimiz, temalı, kurgulu yapımlar gibi değiller. Bir yönüyle, tasarımın içerisine insanları da dahil ediyor ve reklamın gerçek bir yaşam kesiti olmasını sağlıyorlar. Belki de, marka bilinirliğini arttırmanın çok zor olduğu şu günlerde, yapılması gereken en doğru yol budur!?. Son günlerde, Aygaz markasının çekmiş olduğu “Tüpler Uzayda” reklam filmini de bunların arasına ekleyebiliriz aslında. Tabi, böyle söyleyince, insan, gerçek yaşamla ne alakası var, uzayda çekilmiş, insanların da fiziksel olarak hiçbir katkıları yok diye düşünüyor değil mi? Kullanılan ifadelere dikkat edin, gerçek yaşamda kullanılan esprilerin, dilin, algılayışın aynısı. Kamyon şoförü, kurgusal konuşturulmuyor. Gerçekte aynı meslek mensupları gibi konuşuyor. Astronotlar keza aynı, yapılan espriler yerel ve bildik. Cips reklamlarında kullanılan, “yiyin gari” mesajını ileten köylü kadın oyuncu bile, kurgusal olduğunu hissettiriyor ama Aygaz reklamının diyalogları, bunları hissettirmiyor. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi, belki de tasarımını, kurgusunu yapacağımız, senaryosunu yazacağımız reklamları düşünürken, artık gerçek yaşamla veya insanla ilişkilendirmemiz, mümkün olduğunca onları kurgunun içerisine dahil etmemiz bizi amaçlarımıza ulaştıracaktır.


Devamı için tıklayınız ...

Adıyaman ilinde, bir firma tarafından kiralanan billboard reklamı, yoldan geçenlerin dikkatini çekiyor. Billboard'un yanına yaklaşıp inceliyorlar. Ama inceledikleri reklamı veren firmanın tasarımı değil, billboard'ta ticari bir firmaya ait reklamın üzerine, yılbaşında aşk acısı çeken birinin el yazısıyla yapıştırdığı notu inceliyorlar. Billboard'un üzerine yapıştırılan not, meleğime… Başlığını taşıyor, ayrılığın ağır geldiğini yazan şahıs, sevdiğinin yokluğundan kaynaklı yaşadığı acıyı anlatan diğer ifadelerden sonra “beni sensiz bırakmaya hakkın var mı” ifadesiyle de yazısını bitirmiş. Acısını, farklı bir yöntemle billboard'a taşıyan şahısın yazısı, herkesin ilgi odağı oldu. İnsanlar, billboard'la ilgileniyor ve şahsın yazısını gülümseyerek okuyorlar.


Devamı için tıklayınız ...

Pazarlama konferansında konuşma yapan TOFAŞ Uluslararası İş Geliştirme Müdürü Özgür Özel, insanların, seçenekler arasından birini satın almaya karar vermelerinin, yaşamlarındaki önemli süreçlerden birini oluşturduğunu, insanların bu kararlarını yönlendirebilmek için, reklam ve pazarlama kampanyalarına, markaların milyonlarca Euro yatırdıklarını söyledi. İnsan psikolojisinin doğru noktalarına temas etmenin, bu noktada öneminden de bahseden özel, bireysel ikna yöntemlerinin kurumlara yansıtılabileceği iddiasını ileri sürerek, Pazarlamanın ikna silahlarının 6 maddesinin altını çizdi. Vaat edilenlerin sürekliliğinin olması, müşterinin diğer müşteriyi ikna edebileceği yönteminin kullanılması, satışı yapılanın kişiselleştirilmesi, müşteriyi memnun etmek adına, ne kadar verilirse o kadar alınabileceği düşüncesinin olması, müşteriyle temas halindeyken otoritelerden yardım alınması ve kendini sevdirme gibi unsurların, insanları ikna etme noktasında başarı sağlayabileceğinden söz etti.


Devamı için tıklayınız ...

Radyo dinleyicisine yönelik genel tanımlamalar yapmak, bugün çok zor. Radyoların yayın politikaları, birbirinden farklı özelliklere sahip kitlelere hitap etmek üzere oluşturuluyor. Rock, arabesk, türkü, pop müzik radyo yayını v.b. çok çeşitli türlerde yayın yapanlar bulunuyor. Her ne kadar bunlar, müzik türleri olsa da bunları dinleyen kitlelerin özelliklerinde, birbirinden farklı yaşam biçimleri, dünya görüşleri, alışkanlıklar, istekler, beklentiler bulunuyor. Dolayısıyla markaların veya firmaların reklam verebilmek için, genel radyo dinleyicilerinin özelliklerini çözümlemeye çalışmaları, gereksiz bir çalışma olarak görünüyor. Bunun yerine, ürün ve hizmetlerini satın alabilecek kitle özelliklerinin belirlenmesi, bu kitlenin en çok dinlediği radyoların tespit edilmesi doğru bir yöntem olarak görünüyor. Reklam ajansları veya firmaların çoğu, radyo seçimlerini yaparken, genellikle bu istasyonların dinlenme oranlarına dikkat ediyorlar. Hiç veya çok az dinlenen bir radyo, ne kadar doğru seçilmiş olursa olsun, hedeflenen tüketici kitlesine ulaşamayacağı için yanlış olmaktadır. Bununla birlikte, dinlenme oranı ne kadar yüksek olursa olsun, satışı yapılan ürün, radyonun potansiyel dinleyicisine hitap etmiyorsa, bu seçim de bir o kadar yanlış olmaktadır. Hem radyoların dinlenme oranının yeterli olması gerekmekte hem de satışı yapılan ürün ve hizmetin radyo dinleyicisine hitap etmesi gerekmektedir. Yani reklam verilecek radyo istasyonun, bu kriterlere göre seçilmesi gerekiyor. Örneğin, türkü radyolarını dinleyen insanların, kendi yaşamlarını organize etme biçimleri farklıdır. Onların buna göre istekleri, tercihleri vardır. Aynı şekilde arabesk radyolarını dinleyenlerin de durumu aynıdır. Onların da istekleri, tercihleri farklı hatta onların yönlendirilme biçimleri, onlara gönderilmesi gereken mesajlar da farklıdır. Birbirinden farklı özellikteki her dinleyici kitlesi için geçerlidir bunlar. Reklamın tasarlanma aşamasında bile, bu özellikler can alıcı noktalarda dururken, yayınlanması esnasında daha da önemli hale geliyor. Hedef kitle özellikleri, tanıtımların tasarım aşamasında da, yayınlanma aşamasında dikkate alınmalıdır. Bunların dışında, radyo dinleyicisinin özelliklerine göre çalışma yapmak ve reklam vermek, onların kendilerini ürün ve hizmete yakın hissetmelerini sağlamaktadır. Ürün ve hizmeti sahipleniyor, güven duyuyorlar. Radyo reklamı için oluşturulan mesaj cümleleri, fon müzikleri dinleyici kitlesine uygun, onların beğenerek dinleyebilecekleri türden olmalıdır. Bu mecranın dinleyici özellikleri, yukarıda belirtildiği gibi olurken, genel radyo dinleyicilerin özelliklerini de aynı zamanda yansıtabildikleri hesaplanmalıdır. Yani dinleyicilerin her an değişken olabildiği, farklı özellikler gösterebildiği, kendileriyle ve yaşamlarıyla uyuşmayan tercihlerde bulunabildikleri göz önünde tutulmalıdır.


Devamı için tıklayınız ...

Marka konferansı 16-17 aralık tarihleri arasında İstanbul Swissotel the Bosphorus'ta yapıldı. Konferansa 1200 kişi katıldı. Katılımcıların büyük çoğunluğu pazarlama ve marka yöneticilerinden oluşuyordu. Elektronik Haber Ajansı'nın haberine göre, gelecekteki marka dünyasını bilgi ve deneyimleriyle şekillendirmeyi amaçlayan konferansta, girişimciler başarı hikâyelerini paylaştılar. Dünyada işlerin yapılma biçimleri, marka yönetimleri aktarıldı. Konferansta ki konuşmacılardan bir olan Ayşegül Yürekli Şengör; uzun zamanlar boyunca sürekli değişen şartlara dayanabildikçe markaların güven verdiğini, farklı özelliklerini tüketiciye sevdirebildikçe ve temel anlamda ki ilk vaatlerini koruyabildikçe, markaların güçlenerek büyümeye, varlığını korumaya devam ettiklerini söyledi.


Devamı için tıklayınız ...

Yeni yıl, bayramlar, özel günler… Kutlamaya değer zamanların öncesinde (ya da alışveriş yapmaya değer) yoğun bir reklam trafiği olur. Bu özel günlere yönelik olan ürünler için üreticiler, kısa dönemli kampanyalar düzenlerler. Tüketicilere indirimler yapılır, promosyonlar hazırlanır, hediyeler verilir… Ve elbette ki bu özel kampanyaların yine onlara özel reklamları olur. Özellikle yeni yıl öncesinde son birkaç yılda hemen her mecrada iyice aşina hale geldiğimiz kısa dönemli reklamların çoğu,noel baba, geyikleri, süslenmiş çam ağaçları, kurdeleli hediye paketleri, sevimli kardanadamlar gibi göstergeler içerir ve kırmızıların, yeşillerin bolca kullanıldığı masalsı atmosferlerde geçer. Klişe sözler bolca kullanılır, yeni yıl umut getirir, mutluluk getirir, şans getirir, para getirir, ama bunları getirmesi için tüketicilerin önce biraz para harcamaları gerekir. Bu reklamların yine büyük bir çoğunluğu, hemen her mecrada özellikle televizyonda hemen her saatte, dizi, film, kadın – çocuk programları… Vb. demeden, hemen her saatte yayınlanır, bazıları o kadar sık yayınlanır ki, potansiyel müşteriler ve reklam izleyicisi oldukları varsayılan televizyon seyircilerinin yeni yıl ile ilgili dilekleri “artık yeni yıl girsin de bu reklamlar bir an önce bitsin” olur. Anlatmaya çalıştığım olguya dair örnek verebileceğim bir reklam yok, çünkü hemen her marka dönemlik stratejilerini benzer şekilde kuruyor. Ben bunlara bir tüketici gözüyle kızarken, bir yandan da farklı bir gözle bakmaya çalışıyorum. Bu reklam daha farklı yapılabilir miydi? Şu görsel kullanılmasa daha mı iyi olabilirdi? Bu afişteki fazlalık, ya da eksiklik ne? Neden yerel televizyonlarda yayınlandı da, ulusal medyada yer almadı, ya da tersi bir soru? Neden agresif, neden duygusal, neden korumacı, neden güvenilir, ya da neden güvenilmez? Nerede çekilse üründen daha etkileyici bir fotoğraf alınabilirdi? Hangi metaforlara dayanmış? Bunları, buna benzer soruları sorarak reklamları incelemeye çalışıyorum. Bunlar tamamen kişisel ve yansız sorular. Yeni yıl reklamlarının çoğunda kullanılan bütün klişeler, bu reklamları fazlasıyla karışık bir hale getiriyor. Üstelik görece dar bir zamanda, sıklıkla benzer içeriklere maruz kalınınca algı zayıflıyor olmalı ki, bir noktadan sonra hepsinin aynı ürünün reklamını yaptığı düşüncesi uyanıyor. Bu yazıya başlarken, bir tüketici olarak özellikle televizyon reklamlarından hangisini hatırladığımı sordum kendime. Cevabım hiçbirisi oldu. (Sultanahmet Meydanı’nda güvercinleri mora boyarken yakalanan Vada’lı Yapı Kredi World Card reklamını hatırlamamın tek nedeninin mora boyanan güvercinlerin akıbetini merak etmem olduğunu belirtmem gerek) Siz de kendinize sorun? Hangisini, ya da hangilerini hatırlıyorsunuz? Bu noktada “Reklamlar hatırlanmak için yapılmaz, onları belirlenen satış ve pazarlama hedeflerine ulaşmak için birer araçtırlar.” diyerek, yapılan her türlü işi tümden olumlayabilir ve bu mesleği yapan kişiler olarak işin içinden çıkabiliriz. Ancak gerçeğe baktığımızda, bir bilim dalı olarak kabul edilmemiş olsa da, reklamcılığın birçok başka alanla ilgili ince detayları olduğunu görebiliriz. Reklamcılık, bütün sosyal bilimlerle içiçe çalışır. Bir reklamcının dünyadan, gündemden, olan bitenlerden ya da insanlardan, toplumsal düzenden, kurallardan, ya da kuralsızlıklardan kopuk olması mümkün değildir. Reklamcılık ciddi bir iştir. (Evet, çoğu kişi reklamcıların uçuk kaçık olduğunu düşünebilir ama futbol oynayabilen bir inek yarattı diye hiçbir reklamcı bir ineği alıp futbol maçına gitmez.) Sıkça tekrar ettiğim gibi yaratıcı bir zeka olmaz ise olmazıdır ancak profesyonel bir disiplini mutlaka gerektirir. Dönemlik reklamların çoğunda gördüğüm budur, en kolayı seçerek, klişeleri, gerek söz dizimleri, gerekse görseller anlamında kullanmak ve bunları bıktırana kadar tüketicilere sunmak… Ve sonuçta yeni bir yılın yaklaştığı her saniye, tüketiciler tarafından daha hızlı bir şekilde algı alanının dışına itilmek. Bu sonucun iki sorumlusu var elbette, hem kampanyayı düzenleyenler, hem de reklam verenler. Peki çözüm ne olacak, reklamlar yapılmayacak mı? Ya da hiç mi sadece mesaj içeren basit reklamlar yapılmayacak? Klişelerden, prototiplerden vaz mı geçilecek? Tüketimin arttığı bu dönemlerde sadece satışı hedefleyen reklamlar hiç mi olmayacak? Olacak, bütün bunlar, yaratıcı reklam kampanyaları ile birlikte her zaman kullanılacak. Elbette ki reklam endüstrisi de, diğer endüstriler var oldukça ve kitlesel üretim yapıldıkça, insanlar var oldukça, onlarla birlikte var olmaya devam edecek. Dönem dönem bir ya da birkaç mecra öne çıkacak, diğerleri biraz zayıflayacak, şu anda öngöremediğimiz yeni mecralar ortaya çıkacak, içerikler, ürünler, markalar, üreticiler ve tüketiciler, alışveriş biçim ve alışkanlıklarıfarklılaşacak, bazı mecralar ya da reklam yapma yöntemleri biçim değiştirecek ya da tamamen ortadan kalkacak. Bütün bunları yaşayarak göreceğiz. 2011’de, yaratıcılığın zeka ile birleştiği, basit kelimelerin – cümlelerin fikirlere dönüştüğü, bir fotoğrafın yüzlerce kareden daha fazla anlam taşıdığı yepyeni reklam kampanyaları ile daha sık karşılaşmak dilekleriyle... Yeni yılınız kutlu olsun…


Devamı için tıklayınız ...