Caddelerde yürürken, çoğu zaman etrafımızdaki billboardları fark etmeyiz. Çevrenin renkleri arasına karışır, uyumlu bir bütünlük sağlarlar. Sarısı, yeşili, kırmızısı… çoğu billboard için bu durum geçerlidir. Sanki şehir merkezlerinin görsel güzelliği için dizayn edilmiş gibidirler. Onlar olmadığında, merkezlerde bir çıplaklık, bir eksiklik hissederiz. Onlar mutlaka olmalıdır, çünkü ortamı daha zengin gösteriyordur. İşimiz veya o merkezlere gitme sebebimiz gereği, gözlerimiz saliselik bir zamanda, bir uçtan diğer uça geçerken, arada renk cümbüşü şeklinde kaybolur giderler. Her ne kadar uyum noktasında, çok güzel çalışılmış olsalar bile, billboardların o stratejik noktalarda durma nedenleri, çevrenin daha zengin görünmesi, etrafıyla uyum sağlaması değildir. Tam tersine, bu tip uyum gösterme durumları, onların amaçlarına ters düşüyor. Şehrin merkezi noktalarına geldiğimizde, gözlerimizin onları, çevrenin renk cümbüşünün bir parçası olarak algılaması, billboard tasarımının başarısızlığıdır. Billboard tasarımı, kendini çevre uyumundan sıyırmalı ve kendini göstermelidir. Gözlerimiz billboardların üzerinden kayıp başka bir alana yönelirken bile, tam olarak bakıp anlayamadığımız bir şeyin olduğunu bilincimiz fark etmelidir. Şehir merkezlerindeki billboardların bulunduğu noktalar, insanların yoğun olarak geçtiği, trafiğin yoğun olduğu yerlerdir. Özellikle bazı yerler, birbirlerinden uzakta olan semtlerden gelen insanların temas noktalarıdır. Bu noktalara konulan billboard tasarımlarına daha da fazla sorumluluk düşmektedir. Onlar için tasarlanan billboard reklam, çok daha dikkat çekici olmalı ve çevrenin renkleri arasından sıyrılmalıdır. İnsanların zihinleri, başka şeylerle veya günlük yaşamlarıyla ilgili işlerle, sorunlarıyla dopdolu olduğunda bile, kısa bir göz temasında, orada bir şeylerin olduğu hissini vermelidir. Tasarım, insanın tekrar bakma gereği duymasını, anlamak istemesini sağlamalıdır. Çünkü ister şehir merkezlerinde, ister ücra noktalarda veya şehir il sınırına yerleştirilenlerin, orada bulunma nedeni, tamamen estetik görünüm sağlamaları değildir. Elbette estetiğe önem verilmeli, çirkin bir görüntü, reklamın uygulanma esaslarına uymayacağı gibi reklam verenin de işine yaramayacaktır. Billboard tasarımlarının çevre unsurlarının içine gömülmesi ancak okumak veya görmek isteyince, dikkat edilince görünüyor olması, bence bir dezavantaj oluyor. Tasarım, bütün çevre unsurları arasından sıyrılarak kendini fark ettirmeli, merak uyandırmalıdır. İnsan gözü, saliselik bir zamanda temas ettiğinde, ilginç, çarpıcı bir şeylerin olduğunu fark etmeli ve dönüp bakma gereği duymalıdır. Ancak bu tip bir tasarım billboard reklam mantığıyla uyum sağlayabilir. Bu hem reklam veren firmanın amacına ulaşmasını sağlar, hem de tüketiciye iletmesi gereken mesajları etkili bir şekilde iletir. Bu tip bir tasarım, aynı zamanda tasarımcının yaratıcılığını da öne çıkararak reklamını yapar. Bu, tasarımcılar arasında geliştirilmesi gereken yaratıcılık unsuruyla ilgili rekabeti de doğurur. Birbirinden yaratıcı billboard tasarımlarının ortaya çıkmasını sağlar.
Devamı için tıklayınız ...
Reklamlar kısa süre öncesine kadar seyretmekten keyif aldığım dizi ve filmlerle arama giren bir kara kediydi. Hemen kumandaya uzanırdım. Sonrasını tahmin edersiniz tabii. Reklam olmayan başka bir kanal.. Gerçi şimdi zapping yapma yani reklamlarda kanal değiştirme lüksüde kalmadı. Çünkü neredeyse senkronize biçimde tüm kanallar aynı anda reklama giriyor.Sonra da reklamlardaki ürünler birer birer hayatımıza… Acaba reklamları sevmek mümkün mü? Eskiden olsa hiç düşünmeden ‘’Hayır’’ derdim. Ama günümüzde öyle reklamlar yapılıyor ki sanki kısa metrajlı birer film. Tıpkı TT NET’ in Mümkünlüsü gibi. Mümkünlü, manavıyla, kasabıyla, berberiyle, hatta sokak köpeği ile canlı kanlı bir kasaba. Ama kasaba olduğuna bakmayın siz. Öyle unutulmuş, kıyıda köşede kalmış, köhne bir kasaba değil. TT NET’ le internet sihirli bir dokunuşla değiştirmiş yaşamlarını. Domatesler internetten pazarlanıyor, yeni saç stillerinden borsaya, fatura ödemeden film izlemeye hatta çocukların ödevlerine kadar her şey internetten takip ediliyor. Reklamda siyah beyaz film karelerinden fırlamış bir yaşam özgünlüğü sunulurken aynı zamanda 21’inci yy bilişim teknolojisinin inceden inceye hayatın her alanına sızışı gösterilmeye çalışılıyor. İnsanoğlunun yaratıldığından beri en büyük hayali imkansız görüneni mümkün kılmak değil miydi? Sanırım bu yüzden ‘’Mümkünlü kasabası’’ yaratılmış. Gerçek dünya ile sanal dünyanın özlenen uyumu.. İstenilen mesajı iletmek için de özlenen bir yüz yani ‘’Şener ŞEN’’ kullanılınca reklam başarılı olabilir izlenimi veriyor. 1980’li yıllarda büyük çıkış yapan Yeşilçam’ın ünlü Züğürt Ağa’sı, Muhsin Bey’i, Arebesk’i hele de 2,5 milyon seyirciyi sinemaya çekmeyi başararak rekor kıran Eşkıya’sı Şener ŞEN reklamın itici gücü olarak düşünülmüş. Yani reklam uzun süredir televizyonda göremediğimiz bir yüzü yeniden klasik bir Türk filmi tadında görebilmeyi de mümkün kılmış. Üstelik reklam öyle tasarlanmış ki hem uzun bir bütünlük içinde gösterilebiliyor hem de istendiğinde bağımsız küçük bölümlere ayrılabiliyor. Bu da çağımızın fonksiyonel tasarımlarına güzel bir örnek teşkil ediyor. Ayrıca da uzun soluklu bir reklam zincirinin ilk halkası gibi görünüyor. Tabii reklam tutarsa! Bakalım her şeyin mümkün olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Mümkünlü’de TT NET’le gerçekten her şey mümkün olabilecek mi? Ne dersiniz?
Devamı için tıklayınız ...
Uzun Çalışmalar sonucunda firmanızı tanıtan web sayfanız sonunda hazır. Bundan sonra size fayda sağlayacak, marka değerinizi yükseltecek, satışlarınızı arttıracak faaliyetlere ve çalışmalara başlama zamanınız geldi. Eğer hedef kitlenize sitenizi tanıtamazsanız web siteniz büyük bir ormanda kimsenin ne bildiği ne de duyduğu bir ağaca benzer. Ancak şanslısınız ki, internet reklamcılığı şimdiye kadarki pazarlama teknikleri ve diğer mecralardaki reklam ücretlerininden çok daha az bir maliyetle, sizlerin milyonlarca kişiye ulaşmanıza yardımcı oluyor. Başlangıçta yapmanız gereken küçük bir bütçe belirlemek.
Devamı için tıklayınız ...
Radikal gazetesinde, dün yayınlanan bir habere göre, gelecek bilimci Ross Dawson, gelecekle ilgili tahminlerde bulunmuş ve gazetelerin 2036 yılında gazetelerin neslinin tükeneceğini, 2040 yılında da yaklaşık 51 ülkede gazetelerin basılmayacağını iddia etmiş. Dawson’a göre, cep telefonlarının bugün geldiği noktalar ile e-okuyucuların gün geçtikçe artış göstermesi, baskı maliyetlerinin artış göstermesi, dijital haber mekanizmalarının paraya çevrilebiliyor olması, reklam mecralarındaki trendler, ekonominin büyümesi, medya düzenleyici yasaların içinde bulunduğu durum ile hükümetlerin medyaya olan desteğinin buna neden olacağını söylüyor. Dawson’un gelecekle ilgili bu kehaneti, şu günlerde şiddetli tartışmalara neden olurken, gerçekte, teknolojinin insanlara sunduklarına, ayrıca insanların teknolojiye olan ilgisine bakıldığında, bu durumun ortaya çıkması anormal gibi gelmiyor. Tabi insan ister istemez, yüzyılı aşkın süredir süregelen güzel bir alışkanlığın ortadan kalkabilme düşüncesine üzülüyor. Çünkü e-gazete okumak başka bir şey, eline özenle hazırlanmış bir gazeteyi alıp incelemek başka bir şey. Yapılan tasarımları baskılı halleriyle incelemek, çekilen ve özenle işlemlerden geçirilmiş fotoğraflarda yapılan çalışmaları fark edebilmek, insanın kâğıdı eline alması, gazete kokusunu duyarak, içine çekerek okumaya başlaması, bambaşka bir zevk. Zaten gazetelerin okurlarıyla kurduğu, o sıcak ilişkinin temelinde de bunlar yatar. Önemli bir çalışmayı elinize alırsınız, onlarca çalışanın kendi alanında yapmış olduğu ve sizin beğenilerinize sunduğu bir değer. Haberleri, yorumları, köşe yazarları, eğlenceli sayfaları, reklam sayfaları, her biri kendine özgü havayı size hissettirir. Bunlardan en önemlisi de reklam sayfalarıdır. Reklam veren firmalar, ürün ve hizmetleriyle ilgili mesajlarını, tanıtımlarını bu sayfalar üzerinden yaparak seslenirler. Hepimizin aşağı yukarı bildiği gibi, gazete reklamları, bu kuruluşları ayakta tutan önemli gelir kaynaklarından birini oluşturuyor. Yazılı basının sona ermesi gazete reklam mecralarının da sonunun gelmesi anlamına geliyor. Bu durumda kendimize şu soruyu sorabiliriz gazeteler ortadan kalktıktan sonra, reklam mecralarının ne önemi var? Ama aslında durum öyle değildir. Gazete reklam mecrası da gazetelerin okurlarıyla kurduğu ilişkiden yararlanıyor. Bence bu özel bir ilişki ve firmalar, bu ilişki sayesinde, tüketicilerin güvenlerine sahip oluyorlar. Tüketicilerin gazetelerine karşı duyduğu inanç, saygı reklamlarına da yansıyor. Gazetelerin neslinin tükenmesi halinde, markalar bu özel ilişkiden yoksun kalacaklar. Dijital ortamlar ne kadar gelişirse gelişsin, milyonlarca insan, bu ortamlarda kendi yaşamlarının gereksinimlerini karşılasa da, baskılı gazetelerin yerini tutamayacaktır. İnsan, gene de her sabah kapısına gelen veya mahalle bakkalından aldığı, kendi özel köşesine çekilip sayfalarını çevirdiği gazeteyi yani o keyfi tatmayı arayacaktır. Özellikle de gazetelerin yeni baskısının kokusu, okurların burnunda tütecek.
Devamı için tıklayınız ...
Geldiğimiz şu zamanlarda her şey belirsiz, karmaşık ve değişken. Eskiden pazarlama stratejileri çok uzun dönemler için tasarlanıyordu. Çünkü tüketici davranışları, Pazar değişkenleri tahmin edilebiliyordu. Şimdi ise durum bundan çok farklı. Uzun vadeli pazarlama stratejileri ilk çıkışta başarılı gibi görünüyor ama sonraki adımları veya başka alanlardaki planları, aniden ortaya çıkan değişimlerle başarısız olabiliyor. Her şey her an değişiyor. başarılı olabilmek için, şimdi için bulunan yaratıcı fikirlerin yine anında yapılabilmesinden geçiyor ve bu kesinlikle tüketicilerin veya müşterilerin içinde olmadığı fikirler değildir. Bugün, duygular her şeyden daha önemli, kimse uzun soluklu planlar, stratejiler yapmıyor. Şu an aldıkları zevk, hissettikleri yoğunluk, arayıpta bulamadıkları aşkla ilgili hisler hareket etmelerini sağlıyor. Müşteri veya tüketicilerden söz ediyorum elbette. Ürün veya hizmet hakkında derinlemesine çok ta fazla bilgilenmek istemiyorlar. Aşk, arzu, korku, neşe, hüzün tüketicileri harekete geçirebiliyor. Davranışlarını değiştirmelerini sağlıyor, şekil veriyor.
Devamı için tıklayınız ...
Geleneksel mecralar üzerine yapılan bütün yorumlar, dijital dünyanın gerisinde kaldıklarına yönelik ifadeler içeriyor. Halbuki televizyon, geleneksel mecraların başında geliyor ama gerisinde değil, dijital dünya ile etkileşim halinde ilerlemeye devam ediyor. Tüketiciler, dijital ortamlarda televizyon reklam filmlerine ulaşabiliyorlar. Elbette televizyon mecrasının bu etkileşimi, reklam filmlerinin çekimleri tamamlandıktan sonra, post prodüksiyon çalışmalar sayesinde olabiliyor. Filmlerin çekim aşamaları tamamlandıktan sonra, ajanslar, filmlerin dijital ortamlarda yayınlanabilecekleri formatları hazırlıyorlar. Bir yandan, televizyon ekranlarında reklamlar dönerken, hemen arkasından dijital ortamlara uygun formatları da yayınlamaya başlıyorlar. Tüketiciler, yapılan çalışmalara ilişkin yorumlarını, dijital ortamlar aracılığıyla ilgililere gönderebiliyorlar. Bu noktada özellikle sosyal siteler, bloglar çok kullanılıyor. Tüketiciler, tanıtım filmlerine yönelik düşüncelerini, kendi profillerinde, bloglarında veya diğer ortamlarda yazıyor ve birden fazla tüketici, kendi aralarında konuşarak reklamların etkilerini, yararlarını, zararlarını hatta bazen tasarımın biçimini tartışarak sürece katkı sağlıyorlar. Yani markalar, televizyon mecrasını dijital ortamlara da çekiyorlar. Böylece müşterileri veya tüketicileriyle buluşturdukları reklam kampanyalarıyla ilgili yorumları, eleştirileri alabiliyor, kampanyanın başarısını ölçebiliyorlar. Dijital mecralar üzerinden yayınlanan filmler üzerine yorum yapan potansiyel müşteriler, tasarım, ana fikir, oyuncu, sahne, oyuncuların giyim kuşamları, sahnelerde kullanılan malzemeler hakkında fikir yürütüyorlar. Bu durum markalara, kullanıcıların algıları ve bakış açıları üzerine de fikir verebiliyor. Markalar, hangi tema ve tasarımlarla, hangi algılara mesajlar ilettiğini görebiliyor. Bu ortamlardan yapılan tespitler, markaların daha sonraki çalışmaları için esin kaynağı olabiliyor. Potansiyel müşterilerin, dijital mecra üzerinden, televizyon reklamlarına yönelik bu katkıları, televizyonun dijital dünyadan çok ta kopuk olmadığını, aslında geleneksel olarak değerlendirilmemesi gerektiğini de anlatıyor. Dijital mecralar üzerinde, çekilen tanıtım filmlerinin video formatıyla yayınlanabilmesi, televizyonlarda izleyemeyen kişilerin, bu ortamlarda izlemesini sağlarken, aynı kişilerin, filmleri televizyonda görmesi halinde, daha çok dikkatini çekmekte, mesajların pekişmesi sağlanmaktadır. Mobil iletişimin geliştirilmesiyle, bazı televizyon reklam filmlerinin, post prodüksiyon çalışmalarında video formatına çevrilerek, dijital ortamlarda yayınlanmasından sonra, aynı videolar, bazı cep telefonlarına da gönderilebiliyor. Bu tip videoları göstermeye elverişli olarak dizayn edilmiş telefonlar, aynı videoları, başkalarına da gönderebilme özelliğine sahip oluyor. Yani televizyon mecrası için tasarlanan çalışmalar, internet mecralarıyla etkileşim içerisindeyken, mobil iletişim mecralarından da çok uzakta durmuyor. Onunla da etkileşim halinde olabiliyor.
Devamı için tıklayınız ...
Reklamlar, ürünlerin tanıtımını yaparken, ikna edici ve yönlendirici özelliklerini ön plana çıkartarak, tüketimi teşvik eden ürünlerdir. (Bir çelişki gibi görünse de, evet reklamların kendisi de nihayetinde üründür ve her ürün gibi üretim sürecinde çeşitli kurallara tabidir.) Teşvik edilen bu tüketim günümüz tüketim alışkanlıklarına bakıldığında çoğu zaman gereksiz bir tüketim olarak nitelendirilir. En baştaki etik sorun budur ancak bu reklamcıları doğrudan ilgilendiren bir sorun değildir. Hiçbir ürünün, üreticisinden talep gelmediği halde reklamı yapılmaz. O halde şunu diyebilmemiz de pekala mümkündür, reklamcılar kadar, reklamının yapılması için ajanslara başvuran markalar da etik değerler taşıyan taleplerde bulunmalıdır.
Devamı için tıklayınız ...
Geçtiğimiz yıllarda, Karadeniz fındık üreticileri, ortak bir reklam kampanyası hazırlayarak, satışların arttırılmasını hedeflemişti. Fındık Tanıtım Grubu tarafından hazırlatılan reklam kampanyasının en vurucu teması, cinsel gücü arttırdığını düşündüren “aganigi naganigi” sloganı olmuştu. Fındık kampanyası için seçilen reklam yüzü, MFÖ müzik grubunun üyelerinden Özkan Uğur olmuş, ünlünün oyunculuğu, temaya eklenince, reklam, ülkemizde herkesin dikkatini çekmişti. Tasarlanan reklam filmi, bir dönem televizyon mecrasında yayınlanmış, birçok yerde de haber olmuştu. Aynı şekilde, piyasalarda mercimek satışlarının arttırılması için de kampanya yapılmıştı. Mercimek’in tanıtım filminde, o dönemde beslenme konusunda uzman olduğu düşünülen bir isim kullanılarak, tüketicilerin güven duyması sağlanmış ve bu kampanya da satışları oldukça arttırmıştı. Fındık reklam kampanyasının teması, mercimek kampanyasında kullanılan otorite, bir dönem üreticilerin yüzünü güldürmüştü. Aynı kampanyalar yurt dışında da sürdürülmüştü. Fakat dış piyasalar, iç piyasa kadar etkilenmemişti. Çünkü yurtdışında sürdürülen kampanyalarda, fındık’ın farklı bir özelliğinin yani onu özel kılan, farklı kılan bir özelliğine vurgu yapılması gerekiyordu. Bu yapılmayınca, satışlar çok ta fazla artış göstermemişti. Ülke içinde ise, uzun bir dönem satışlar arttı, fakat daha sonra yine eski haline geri döndü. Mercimek kampanyasında da durum aynıydı. Mercimek satışları o kadar arttı ki, insanlar mercimekten döner bile yapmaya kalkışmıştı. Kampanyanın sonra ermesinin ardından, mercimek tüketicilerin gündeminden düşerek eski satış miktarlarına geri döndü. Şimdi de Balıkesir zeytin ve zeytinyağı tanıtım grubu harekete geçti. Zeytinyağının iç piyasada tüketimini arttırmak için kampanya hazırlıklarına başladılar bile. Edremit Ticaret Odasında düzenlenen toplantıda konuşan, BZZTG Başkanı Mehmet Semerci, Balıkesir’in zeytin üreten bölgeleri; Burhaniye, Edremit, Havran, Ayvalık, Gömeç, Erdek, Bandırma üreticileri, birlikler, dernekler, kooperatifler, ticaret odaları, araştırma ve eğitim kurumlarıyla ortak bir çalışma yapacaklarını ifade etti. Zeytinyağının kalitesini ve tüketimini arttırmayı düşündüklerini söyledi. Bu kampanya da Fındık ve Mercimek’te olduğu gibi sadece yurtiçinde değil yurtdışında da yürütülecek. Aslında her zaman için önemli olan, kültürel gerçeklere dayalı fikirlerin reklamlarda ve pazarlamada başarılı olduğu düşüncesi, son zamanlarda, reklamcılık sektörü tarafından daha da önemsenir hale geldi. Zaten bu yüzden, fındık reklam kampanyasının teması “aganigi naganigi” oldu. Ülkemizde hangi yaşta olursa olsun, erkeğin cinsel gücünün yerine olması, her iki cins için de önem taşır. Bu gücün yeterli olmayabileceği korkusu, özellikle ileri yaşların fobisi durumundadır. Bu nedenle, bu gücü arttırdığı söylenen ürünler, onların ilgi odağı haline geliyor. Elbette, başka ülkelerde yaşayan insanlar için de cinsel güç önemlidir, fakat bizim ülkemizde, insanlarımızın bu tip durumlara olan ilgisi, çok daha fazladır. Fındık reklam kampanyasının stratejisini yapan ajans, bu durumun farkındalığıyla, iç piyasalar için tasarlanan reklamda bu kültürel unsuru kullanmış ve başarılı olmuştu. Fakat dış piyasalarda da aynı reklamı göstermesi işe yaramamıştı. Dış piyasalar için kullanılması gereken tema, Türkiye’deki fındığı diğerlerinden farklı ve daha iyi yapan bir özelliği olmalıydı. Balıkesir zeytin ve zeytinyağı tanıtım grubu, ilk toplantıyı düzenleyerek hareketi başlatmış oldu. Reklam ajanslarının fındık ve mercimek gibi, geçmiş, sağlam deneyimleri de var. Açıkçası, Balıkesir zeytinyağları için yapılacak kampanya, bu geçmiş deneyimlerden faydalanabilecek mi çok merak ediyorum.
Devamı için tıklayınız ...
Geçen hafta İngiltere doğrudan Pazarlama derneği başkanı Scott Logie doğrudan pazarlamanın yeni dijital dünya ile oldukça iç içe girdiğini açıkladı. Aynı zamanda Occam Firması'nın strateji direktörü olan Scott Logie şunları söyledi: “Yeni teknoloji müşteriyle iletişimi çok daha farklı bir boyuta taşıdı. Bunun sonucu olarak da doğrudan pazarlama daha önce iş alanında ulaşamadığı kadar geniş bir kitleye ulaştı.”
Devamı için tıklayınız ...
Kanaat önderini kısaca görece belli bir sıklıkla, diğer bireylerin tutum ve / veya davranışlarını etkileyebilen kişi olarak tanımlamak mümkündür. Günlük yaşamda çevresinde kabul gören, herhangi bir konuda uzman olduğu kabul edilen kişiler de kanaat önderi olarak değerlendirilebilir. Araştırmalar ortaya koymuştur ki, kanaat önderleri, etki altında bıraktıkları kişilere göre birçok bakımdan farklı özellikler taşır. Bu özelliklerden bazıları kanaat önderlerinin etkiledikleri kişi ya da kitlelere oranla daha biçimsel bir eğitim almış olmaları, toplum içinde daha yüksek bir sosyal statüye sahip olmaları, kitle iletişim araçlarını daha fazla kullandıkları ve görece daha fazla maddi güç sahibi olmalarıdır. Araştırmaların ortaya koyduğu bu özellikler, kanaat önderlerinin hemen hepsinde ortak özellikler olsa da, bir kişinin sadece bu özelliklere sahip olması onu kanaat önderi yapmaya yetmez. Kanaat önderi kavramı genelde ideolojik anlamlarda kullanılıyor ancak, biz buradaki örneğimizde bu ideolojik anlama yer vermeyeceğiz.
Devamı için tıklayınız ...