Önceden, reklam ajansları, verdikleri hizmetlerin çerçevesine göre sınıflandırılıyordu. Şimdilerde ise konvansiyonel, dijital, inovatif veya geleneksel olarak adlandırılıyor. Bu ayrımın ortaya çıkışı, elbette yeni mecraların ortaya çıkması ve onların daha yaygın olarak kullanıldığının tespit edilmesiyle alakalıdır. Hangi sınıflama genel kabul görüyor? bu durum henüz tam olarak aydınlanmış değildir. Kimi reklamcı, yukarıdaki sınıflamayı desteklerken, kimisi de “bütünleşik pazarlama iletişimi ajansı” fikrini destekliyor. Desteklemek derken, yukarıdaki sınıflamayı yapanlar, eski yeni mecra ayrımını yapıyorlar. Genellikle en çok kullanılan, güncel, popüler mecraları kullanmaya çalışıyorlar. Bütünleşik pazarlama iletişimini ajansı fikrini destekleyenler ise, eski yeni demeden, başvuran markaların amaçlarına hizmet eden, tüketicilerle alakalı, bütün temas noktalarını kullanmaktan yana faaliyet geliştirmek istiyorlar. En mantıklı yaklaşımın bu olduğunu söyleyen, birbirinden ünlü reklamcılar, önemli olanın yaratıcılık olduğunu, tüketiciyle marka arasında ki en doğru temas noktasında, yaratıcı bir fikrin her şeyi değiştirebileceğini de sözlerine ekliyorlar. Fikrin içeriği çok önemli, tüketiciye ne söylüyorsunuz? Markanızda neler var? Neleri vaat ediyorsunuz? Bunları ilettiğiniz mecra seçimi elbette ki çok önemli, mesajların, en son teknolojiyi kullanan mecralardan tüketicilere ulaşması, cazip ve popüler olanı. Ama yine de, verilen bilgilerin yani mesaj içeriklerinin tüketicileri bağlayan, onları etkileyen, yönlendiren unsurlar oldukları da bilinen bir gerçek. Şu da bir başka gerçek, markanın seçmiş olduğu ajansın hazırladığı pazarlama stratejisi, çok büyük bir fikri içeriyordur. Seçilen mecra, tüketicilerle herhangi bir temas noktası oluşturmuyorsa, yani tüketicilerle buluşamıyorsa, üretilen fikrin hiçbir önemi olmuyor. Bu noktada, fikrin iletildiği yer önemlidir. Özellikle, teknolojinin yaşamımızı değiştirdiğini düşünecek olursak, dijital iletişimin her şeyden bir adım önde olduğunu anlayabiliriz. Fakat “dijital iletişimin içinde var olmak gerekiyor” düşüncesinden hareketle, bu tip mecraların, ajanslar tarafından amaç olarak kullanılması, markalara herhangi bir fayda sağlamayabilir. Tam tersine, ajansların bu tip mecraları araç olarak kullanması gerekiyor. Yani tüketicilere ulaşılabilecek yeni temas noktaları olarak. Ajansların hazırladığı stratejilerde, asıl önemi iletişimin içeriğine vermeleri gerekiyor. Mecraları, tüketicilerle en doğru temas noktasını oluşturanlar arasından seçmeleri önemle vurgulanıyor. Bu durumda, olması gereken düşünce şudur; ajansların yeniden sınıflandırılmasının çok ta fazla bir önemi yok. Ajans dijital veya değil, eski veya yeni, konvansiyonel/inovatif hepsi olabilir. Eğer, temel düşünce, markanın pazarlama iletişiminin içeriği ise, hepsinin bunu anlayabilmesi önemlidir. Zaten reklamcılığın temel mantığında da bu vardır. Hangi alanda, hangi tür faaliyetlerde bulunuyor olursa olsun, bütün mecraları anlayabilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekiyor. Herhangi bir mecra ortaya çıktığında, ya da yaratıcı bir reklam fikri uygulandığında, bunu en iyi kavrayan ajanslardır. Markalar, onlarla birlikte yürüme kararını, yani onları iş ortağı olarak seçtikleri zaman, onların kavrama gücüne, algılama biçimine inandıkları, en doğru iletişim stratejisini oluşturabileceklerini düşündükleri için veriyorlar. Bu inanç, ajansların bütün mecralara olan yaklaşımlarıyla da yakından ilgilidir.

Arşiv

Etiketler